Bu hafta yeni yıla taze bir başlangıç için e-posta sepetimi temizlerken bağımsız solcu milletvekili Ufuk Uras ile yapılmış bir röportaja rastgeldim.
Uras, şu meşhur Kafes Eylem Planı'nın açığa çıkartılmasıyla ilgili son derece keskin yorumlarda bulunuyor.
İddialara göre planı hazırlayan deniz subaylarının hedefi, gayrımüslimlere suikastlar düzenleyerek AKP hükümetini gözden düşürmekti. Plan, Ergenekon davasının bir sonucu olarak gün yüzüne çıktı. Uras röportajda, bu tür planların ciddiyetini yadsıyan gazetecilere ve köşeyazarlarına sert eleştiriler yöneltiyor: "Bu planı görüp de hakkında yazmayanlar, suça ortak oluyorlar. Bunlar insanlığa karşı işlenmiş suçlardır. Bunu görmezden gelmeyi tercih etmek, suça iştirak etmek demektir." Uras'ın fikirlerine daima hürmet ettiğim için söyledikleri aklıma takılıp kaldı. Bugüne kadar bu planlar veya genel olarak Ergenekon ile ilgili yazmadım. Sonsuza dek peşimi bırakmayacak büyük bir hata mı yapıyordum yoksa?
Bir gün sonra gözüme, Hürriyet Daily News'in başyazarı Yusuf Kanlı'nın yazdığı bir başka makale takıldı. Kanlı, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan'ın dikkat çekici bir yazısını ne kadar yerinde bulduğunu ifade ediyordu. Hakan, Nâzım Hikmet'in 'Hain' şiirinin modern bir versiyonunu, ismini 'Ben bir Ergenekon üyesiyim' diye değiştirerek yazmış. Kanlı, Hakan'la sonuna kadar hemfikir: "Bu güzel ülkede, modern demokratik laik cumhuriyetin ve toprak bütünlüğünün yerine siyasi İslam'ı ve ılımlı İslami yönetimi getirmek yönünde planlar yapılıyor." Kanlı'nın, bir bütün olarak Ergenekon davasının dürüst Türk vatanseverlerden kurtulmak isteyen komplocu Müslüman köktendinciler tarafından tezgâhlandığını düşündüğü açıkça ortada.
Bunlar, Türkiye'de Ergenekon davası etrafında oluşan tamamen kutuplaşmış iklimin ilk veya yegâne örneği değil. Görünen o ki ortada birbirine giderek artan bir saldırganlıkla vuran iki kamp var. Bir taraf soruşturmalardan çıkan her şeyi tümüyle destekliyor. Her yeni ifşa, statüko yanlısı seçkinlerden oluşan ve iktidarda kalmak için her aracı kullanmaya dün olduğu gibi bugün de hazır olan çekirdek bir kadronun yaptığı hain planların yeni bir kanıtı olarak sunuluyor.
Bütün şüpheliler, nihayet layığını bulduğu için kendisine yapılan muameleden şikâyet etmemesi gereken birer doğuştan suçlu gibi görülüyor. Diğer taraf ise Ergenekon savcılarının bulduğu her belgenin uydurma ve sahte olduğuna, bu belgelerle orduyu ve ülkenin laik niteliğinin diğer savunucularını gözden düşürmeyi hedeflediklerine inanıyor. Polisin veya soruşturmacıların yaptığı her hata, meselenin tepeden tırnağa özden yoksun ve bir 'Korku Cumhuriyeti' yaratarak AKP karşıtlarını susturmak yönünde iyi ayarlanmış bir girişimden ibaret olduğunu göstermek için kullanılıyor.
Bırakın dışarısını, bu ülkede dahi kaç insanın neler olup bittiğini gerçekten anladığını ve olguyla kurguyu, güçlü kanıtlarla çürük kanıtları birbirinden ayırabildiğini merak ediyorum. Dürüst olmak gerekirse, ben de anlamakta her geçen gün zorlanıyorum. Açığa çıkarılan her yeni plana, Ergenekon ile geçmişteki korkunç olaylar arasındaki her olası bağa dair bütün haberleri takip etmeye çalışıyorum. Yanlış anlaşılmasın, geçmişteki birçok örtbasın ardından Ergenekon soruşturmalarının Türkiye için çok iyi olduğuna hala inanıyorum.
Benim sorunum şu: Fikirlerim, olgulara yönelik dengeli bir değerlendirmeden ziyade Türkiye'de kimin ve neyin doğru ve yanlış olduğuna dair sezgilerin etkisi altında kalıyor gibi görünüyor. Korkarım bütün mesele öyle karmaşık hale geldi ki, benim gibi birçok insan önünü göremez ve mecburen, devam eden soruşturmaların muhtevasıyla ve prosedürleriyle pek ilgisi olmayan temel dürtülere müracaat eder hale geldi. Sonraki yazımda bu konuya devam edeceğim.
Kaynak: Radikal