Rusya'nın gerilemesi ve Çin'in pusuda beklemesinin gölgesinde dünya düzeninin ABD'nin başını çektiği bir 'rutin'e girmesinin ardından, BM Genel Kurulu liderlerin görülmemiş 'rüzgârına' sahne oldu. BM'nin bu yıl yaşadığı patlama Irak, Afganistan ve Kafkaslar'da yaşanan yenilgilerin, İran'la nükleer sorunun ve ekonomik krizin sonrasında dünyanın tek kutuplu Amerikan egemenliğinden çıkışının yansımasıydı.

Arap vatandaşlar olarak BM dönem çalışmalarını geçmişe kıyasla tutkuyla takip ettik. Libya lideri Muammer Kaddafi'nin kişiliğinin yarattığı tartışma bir yana, kendisinin sözleri de Arapların acı gerçeğini yansıttı. Kurul çalışmalarında şekil ve içerik açısından zayıf kalan Arap katılımı da bunu teyit etti. Biz hariç bütün dünya değişiyor. Mahmud Abbas'ın başkan-lığındaki Filistin Yönetimi'nin İsrail'in Gazze'deki suçlarını kınayan Goldstone raporunun onaylanmasının ertelenmesini istemesiyle yaşanan skandal, Filistin halkını temsil ettiğini iddia eden bu kişinin bize yaşattığı utancın örneği.

Filistin sorunu Arap sorunlarının kriteri değilse, acaba hangi sorun kriter teşkil ediyor? Arap liderlerin BM'deki konuşmalarında Filistin sorununa ayırdığı süre utanç vericiydi. Arap liderlerin sözlerini Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tarihi konuşmasıyla karşılaştırdığımızda acı artıyor.

Erdoğan konuşmasının çoğunu Filistin sorununa, Gazze'ye ve ambargoya ayırarak insanların çadırlarda yaşadığı, su veya ilaç bulamadığı bir zamanda Gazze'nin yeniden imarına yönelik sözlerden dönüldüğü için BM'yi eleştirdi. Dünyanın Filistinlileri kaderlerine terk ederek İsrail'in güvenliğiyle ilgilendiğini belirtti. Erdoğan Filistin sorununa yönelik onurlu tutumunu, ülkesine dönüşte düny İran'la yatıp kalkarken kimsenin İsrail'den bahsetmediğini açıklayarak tamamladı. Türkiye başbakanı dürüst davranmayan uluslararası toplumu eleştirdi.

Bu açıklamalar, Davos'ta yaşananları ve hatta AKP'nin 2002'de iktidara gelmesinden bu yana Filistin sorununu destekleyen onurlu tutumunu tamamlıyor. Tüm bunlar, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun ekimde İsrail'e yapacağı ziyareti İsrail'in bakanın Gazze'ye geçmesini reddetmesi sebebiyle iptal ederek ortaya koyduğu cesur tutumu hatırlatıyor.  İsrail Türk bakanın Gazze'yi ziyaret etmesini istemiyordu. Zira Erdoğan'ın Davos'taki tutumunun ardından Davutoğlu Gazze'de kahramanlar gibi karşılanacaktı.

Türkiye Araplar ve Müslümanlarla dayanışma içindeki yaklaşımlarını tamamlıyor. Önce Irak, şimdi de Suriye'yle stratejik işbirliği konseyi kurmasının yanı sıra Suriye'yle vizeyi de kaldırması Türk-Arap ilişkilerinin güçlendirilmesi yolunda güçlü göstergeler. Türkiye bu işbirliğinin meyvelerini kendi sınırlarında istikrar, Arap ülkeleriyle ticaretinde büyüme, Arap turist sayısında patlama ve daha da önemlisi, Arapların kalbinde ortayan olumlu bakış açılarıyla topluyor.

Arapçılık hiçbir gün başka milletlere karşı ırkçı ve şoven bir tavır içermedi. Arap lider Cemal Abdül Nasır'ın Arapçılığı, baskı altındaki halklara saygınlık kazandırmayı amaçlayan, kurtuluş için zulüm ve emperyalizme karşı insani ve direnişçi bir çığlıktı. Bugün Erdoğan bu 'Arapçılık' çığlığını ve bütün dünyada hakkın ve mazlumların yanında duran her liderin onur duyması gereken Nasırcılığı tekrarlıyor. Tarih hainleri değil, Selahaddin Eyyubi gibi kahramanları hatırlar. Tarih Salahaddin ve Nasır gibi bir gün Erdoğan'ın adını da altın harflerle hatırlayacak. (Katar gazetesi Şark, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü, 4 Ekim 2009)

Kaynka: Radikal