Bir Türk vatandaşı, durup dururken neden rahatını bozmak ister ki?..
Neden bir Devlet, otoritesinin bir kısmını başka bir yapıyla paylaşmak, başka bir ülkenin halkı için özenle yazılmış, çizilmiş bir hukuk normunu kendisine uyarlamak ister?..
Azdır aşımız, ağrımaz başımız... şeklinde kıt kanaat yaşamak varken, komutanların el kol işaretlerinden, yazarların hakaretlerinden, politikacıların vaadlerinden nasiplenmek varken, dini başka, dili başka, kültürü başka, ürettiği, yediği, içtiği, anlayışı, bize bakışı farklı olan bir topluluğa neden girmek isteriz ki?..
Bir dönem ülkedeki muhafazakâr insanlar, ellerinden, dipçiklerinden, paletlerinden emin olamadıkları ki (hâlâ da emin değillerdir..) zevat yüzünden, bir emniyet sibobu vazifesi niyetine sarılmışlardır Avrupa Birliğine...
Çağdaş uygarlık diye işaret edilen 'ok yönünün' gösterdiği yer olarak işaretlenmiştir A.B...
Kısa vadede girmemiz imkansız gibi gözüken, kamuoyuna bu konudaki ezikliğimizi biz de 'Ankara Kriterleri olarak uygulamaya geçirir, halkımızın hukuki zeminini AB standartlarına uydururuz...' şeklinde tercümesi yapılan, bir hayalkırıklığının öyküsüdür anlatılmaya çalışılan...
AB ülkelerinin, tok tok söylem ve hareketleriyle girişmiş olduğu 'bir toplumu aşağılama' ya da viyana kapısına dayanmanın bilinçaltı rövanşı tarzı almış olduğu tavır, bir ulusun bu kadar kolay incitilebilmesine tavır gösteren siyasi partilere doğal olarak oldukça büyük bir averaj sağladı... Bir boşluk du doldu...
Aslına bakılırsa vatandaşı en çok ilgilendiren boyutu, ekonomik refah seviyesinin belli bir standardın, üzerine çıkma ihtimalinin beklentisiydi.. .Oradan gelecek yardımlar, sübvansiyonlar, daha iyi bir iş, daha bol bir aş, acaba hane halkının cebine olumlu etki eder miydi?. Tüm hesap beklenti buydu...
Hukuki normların yükselmesi, oradaki demokrasinin burada da olması, bilinçli tarım, üretim, tüm AB ülkelerinin sarmalayan denge vs. halkın hiç de 1. dereceden derdi değildi doğrusu...
27 Nisana sessiz kalmış ve çaktırmadan bu sessizliğiyle malum kesime destek ve cesaret vermiş olan ABD ne kadar içten pazarlıklı ve yediği haltları gizleme ihtiyacı hissetmeyen bir egoyu temsil ediyorsa, aslında bağımsız ve ABD'ye alternatif bir güç gibi sunular AB ülkelerinin de hepsinin ipi, o egoya göbekten bağlı olduğu için pratik olarak demokrasi yanı, darbe karşıtı kulağa hoş gelen bir söyleme sahip olunsa bile Irak karşısındaki tavırları gözümüzün önünde ortadadır.
Fikir özgürlüğü adına, İslamın ve müslümanların kutsallarına, yeryüzünde en büyük şerefi addettikleri varlıklara hakaret etme hakkı, gibi bir rezilliği kendilerinde bulabilmelerinin sebebi, o diğer bağlı oldukları iplerin aynı zamanda göbek kordonu olmasındandır büyük domuza...
Hülasai kelam, normal şartlarda benim ömrüm, oğlumun ve torunumun ömrü vefa etmeyebilir adı geçen birliğe alındığımızı görmeye...
Zaten kendilerinin bile birlik ömrünü, kestiremedikleri bir ortamda benim üç kuşağımın ömrü, kehanetim lükstür...
Son zamanlarda, moda haline getirilmeye çalışılan islamın kutsallarına hakaret etme eylemine, ilk karşı çıkması gereken, ilk tepki koyması gereken, ilk masaya yumruk vurup had bildirmeye kalkması gereken güruh kanaatimce, yeryüzünün kanatsız melekleri pozisyonuna bürünmüş, diyalogu önceleyen arkadaşlar olmalıydı...
Sıfır tepki diyemem ama, Irak'da tecavüz edilen kadınlar çocuklar için duyamadığımız tepkileri, katillere yapılan(!) ve duyulamayan beddualar, eğer haddini aşan 'bireysel gafillerin söylemleri' tarzı bir ucube savunmaya oturtulmadıysa, Amerikadan tık yok...
Bush'u kastetmiyorum tabii ki!..Tık beklediğim, tavır beklediğim, kınama beklediğim, en azından diyalogda olunan insanları uyarıp, fikir özgürlüğü adına yenilen şu son haltlara karşı, bir ortak tavır koyabilmeliydi.dediğim insan, herkesin malumu..
Biz vazgeçmeyelim... Yılmayalım... Diretelim...
En azından Avrupa Birliği'ne giremesek bile, o birliğin dağıtılmasına katkımız kesin olacaktır...
Aynen fıkra'daki gibi...
Yıl...2050...AB Komisyonu Başkanı odasında otururken, yardımcısı içeriye heyecanla girer:
-Efendim, Türkiye tüm isteklerimizi yerine getirdi. Onları AB'ye alacak mıyız?
AB Başkanı:
-Yok canım, henüz olmaz. Git, duyur, Tüm Türkiye İngilizce konuşacak, Türkçe'yi yasaklıyorum.
-Efendim onu 5 sene önce yaptılar. Hatırlamıyor musunuz?
-O zaman söyle, kokoreç yasaklansın.
-Aman efendim, onu yemeyi 2005'te bıraktılar.
-Ya ne bileyim? Kınayı yasaklayın.
-Ooooo. Beyefendi.Onu çoktan bıraktılar.
AB Başkanı düşünüp taşınmış ve......Dağıtın o zaman Avrupa Birliğini!..