Renkler...

Yaşamı güzelleştiren, farklılaştıran, anlamlandıran hayat tonları...

Yemyeşil bir ovada, rengarenk çiçekler ne kadar güzel bir mutluluk kaynağıysa...

İnsanların kurguladığı yapay düzenlerde, renklerin farklılığı bir mutsuzluk ve düşmanlık kaynağı...

Çocukken, tanımıştım ilk 'siyah renkli' insanı...

Siyah beyaz televizyon ekranlarından...

Çektiği acılardan dolayı onunla özdeşleştirmiştim, milyonlarca insan gibi kendimi...

Çektirdikleri yüzünden de 'beyaz adam' lara kahredip, köleliğin ne menem bir şey olduğunu anlamlandırmaya çalışmıştım, milyonlarca kalple beraber...

O zamanlardan sevmiştik biz siyah insanları...

Mazlumluğun, insanda vücut bulmuş rengiydiler bizim için...

Az biraz hakkının yendiğini düşünen herkes, kendisine bu 'ülkenin zencisi' sıfatını layık görür, hakkını aramaya boyadığı, teni üzerinden başlardı...

Dünyada yıllarca sömürünün üzerlerine çöreklendiği, açlığın, işsizliğin, Ülkemizdeki ile mukayese edilemeyecek kadar kötü koşulların hakim olduğu topraklarında bazen bir Muhammed Ali olup, beyaz adamı döverler, bazen bir Carl Levis olup koşup koşup dünya rekorları kırarlardı...

Rekortmenleri, nadir bulunan birer 'siyah lale' muamelesi görürken. genellikle rekor kıramayıp, hayata tutunmaya bir şekilde çalışan sıradan olanları, 'siyah hamam böcekleri' muamelesi görürlerdi...

Bir son 'hamam böceği' muamelesi de Tarlabaşı karakolunda yaşandı...

Rutin kimlik sorgusuyla başlayıp, bizlerin sıklıkla alışık olduğu karakolda dayak muamelesiyle devam eden (ve genelde senaryo değişmez bizde...) dayak şeklinde, ölüm şeklinde pek bir yaratıcıyızdır da 'ufuk sorunumuz' olduğu için, genellikle dayağı yiyen, aşağılanan, ezilmesi gereken bir böcek muamelesine tabii tutulmuş insanlar, ya silahı almaya çalışırlarken patlar o silah... ya çok meşgul(!) polis memurları işleriyle uğraşırken kendilerini asıverirler, ya ranzadan kafa üstü yere atlayıp canlarına kıyma örnekleri sergilerler senaryoda bizlere...

Her neyse, bu yazının amacı karakolda polis memurunun silahını almak için mücadele eden ve o sırada göğsünde patlayan kurşunla ölen bir 'zenci' üzerinden, bizim anlı şanlı polislerimizi linç etmek değil elbette...

18 gün boyunca hiç bir şey olmamış gibi yapan polis teşkilatının sessizliğini sorgulamak da değil...

Olay anında kayıtta olmayan kameralar da değil...

Henüz çiçeği burnunda bir İç İşleri Bakanı'nın 'ne var bunda bu kadar büyütecek' tarzı yaklaşımları falan da değil...

Cemaat halinde, saklanmaya çalışılan bir katilin üzerine titrendiği kadar, sıradan bir vatandaşın yaşama hakkı'nın üzerine titrenmemesi problemimiz...

Bundan bir süre önce 'Yaşasın Polis Devleti' isimli bir yazı yazmış, polise verilen yetkilerin aptalca olduğunu belirtmiştim...

Bu olay üzerine o yazıya tekrar gözattığımda aslında, öldürülmüş olan yada ölmek için kendisini silahın üzerine atmış bulunan siyah vatandaşın, her halukarda rutin bir uygulamayla karşı karşıya olduğu ortaya çıkıyor...

"Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı zorun derecesini kendisi tayin edecek."

Buyrun size tayin!..

"Şüpheli bir kişi, gözaltına alınana kadar polisin,  istediği kadar alıkonulabilecek."

Buyrun size gözaltı!..

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sayılı günler geçti... İki olay gerçekten çok canımı sıktı...

Birisi şu karakolda 'ölüm var' türküsünün tezahürü... Diğeri de Cumhurbaşkanı'nın yaptığı ilk atamanın absürtluğü...

Teziç bile, 'tercih hakkını kullanmıştır sayın Cumhurbaşkanı...' şeklinde destek verdikten sonra bize söz hakkı düşer mi bilinmez ama...

İkinci olayla ilgili, 'giydirme hakkımı' saklı tutarak, insanların eline verilen ve insiyatifine bırakılan kontrolsüz gücün nelere sebep olabileceğinin bir tezahürü bu insanın başına gelenler...

Yetkililer hâlâ mesleki dayanışma içerisinde sessizliklerini koruyorlar...

Bu alaturka klişe tavırlar yetkili yetkisiz herkesi, yıllarca biz 'öyle bir ülke değiliz' savunması zorunda bırakan 'gece yarısı ekspresi' ne tepki hakkınızı yok etmiyor mu?...

Canımızı, malımızı, namusumuzu korumakla görevli insanların, yaşam hakkına tecavüz etmeleri nereye oturtulur?!..

Normal, sıradan pis zenci(!) yamyamlardan utanmıyorsunuz bari...

Elvan Abeylegesse' den utanın!..