Geçen pazar göçmen ve İslam karşıtı bir partiyi ulusal parlamentoda görme sırası İsveç’teydi. İsveç Demokratları (SD) oyların yüzde 6’sını aldı ve 349 sandalyenin 20’sinde onlar oturacak. Bu ülkeyi zor bir durumda bırakıyor, zira gerek iktidardaki merkez sağ koalisyon gerek merkez sol muhalefet partileri çoğunluk hükümeti kurmaya yetecek miktarda oy toplayamadı. Anketler uzun süredir popülist SD’nin su kez parlamentoya gireceğini işaret ediyordu, buna rağmen İsveç’te ve dışarda birçokları şoka uğradı. Svenska Dagbladet gazetesi ülkedeki ruh halini şu sözlerle yansıtıyordu: “Pazartesi sabahına uyandık ve İsveçlilerin kendilerine yeni bir imaj bulma vakti. Çoğunluğu olmayan bir merkez sağ hükümet, haşat durumda bir Sosyal Demokrasi ve kökleri aşırı sağda olan bir parti iktidar dengelerini elinde tutuyor.” Birkaç yıl önce Danimarka’da benzer gelişmelerin yaşanmasının ve son dönemde Geert Wilders’ın Hollanda’da kaydettiği yükselişin ardından çıkarılacak sonuç ancak şu olabilir: İsveç de yeni gerçekliklere alışmak zorunda. Avrupa’nın yerleşik refah devletleri yeni bir fenomenle yüz yüze: iktidarın kilidini elinde tutan aşırılıkçı bir parti.

Danimarka’da, SD ile güçlü bağları olan Danimarka Halk Partisi hükümette yer almıyor, fakat art arda ikinci kez muhafazakar-liberal bir azınlık koalisyonunu destekliyor. Hollanda’da Geert Wilders’ın Özgürlük Partisi Haziran seçimlerinde oyların yüzde 15’ini aldı ve Danimarka modelini (parlamento çoğunluğu için aşırı sağa sırtını dayayan merkez-sağ bir azınlık hükümeti) Hollanda siyasetine taşımak için muhafazakar Liberaller ve Hıristiyan Demokratlarla hala pazarlık yapıyor. Esasen Hıristiyan Demokratlar içinde böyle bir yapıya yönelik güçlü muhalefet nedeniyle henüz anlaşma sağlanmış değil, fakat sürecin sonunda, yakın zamana dek içte ve dışta demokrasi ve insan hakları şampiyonları olarak görülen üç Avrupa ülkesinde devlet politikalarının göçü durdurmak veya büyük ölçüde azaltmak isteyen ve İslam’ı, SD liderinin sözleriyle, “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’ya yönelik en büyük tehdit” sayan partilerin güçlü etkisi altında kaldığına tanık olabiliriz. Avrupa’da neler oluyor?

Korkarım ki bu göçmen ve İslam karşıtı partiler yakın zamanda ortadan kaybolmayacak. Avrupa nüfusunun bir kısmında hüküm süren korkuyu ve öfkeyi yansıtıyorlar. Yerleşik siyasi partiler tarafından temsil edilmediğini düşünen, küresel ekonomik kargaşanın ortasında güvensiz hisseden ve hayatlarındaki bütün nahoş değişikliklerden Müslüman göçmenlerin varlığını sorumlu tutan vatandaşlar bunlar. Kendilerini yerleşik düzen karşıtı gibi sunan ve göçmenlere ve dinlerine karşı katı olmanın bütün sorunları çözeceğini iddia eden partilere oy vermeye devam edecekler.

Çözümü bulunamayan mesele ise bu partilere nasıl karşılık verileceği. Geçmişte farklı stratejiler denendi. Belçika’da bütün diğer partiler popülist sağla işbirliği yapmayı reddetti ve sonuç aşırı sağın daha ılımlı protesto partilerine kaybetmesi oldu. Avusturya’da radikal sağ, desteğini eritmeyi amaçlayan bir çaba çerçevesinde hükümete alındı. Kısa vadede işe yaradı, fakat süregiden başarılarının kökenindeki nedenleri ortadan kaldırmadı. Şahsen Danimarka modelinin en kötü seçenek olduğu kanaatindeyim. Aşırılıkçıları hükümet politikalarından sorumlu hale getirerek muteber görünmelerine imkan veriyor. Aynı zamanda, koalisyonun parçası olmadıkları için nefret söylemlerini üretmeyi ve öfkeli vatandaşlara hitap etmeyi sürdürebiliyorlar. Umalım ki İsveçliler başka bir çözüm bulsun ve Hollandalı Hıristiyan Demokratlar popülist aşırılıkçıların desteğiyle ülkeyi yönetmenin işe yarar bir seçenek olmadığını idrak eden bir noktaya gelsin.

Avrupa’da İslam karşıtı partilerin yükselişi, dünyanın her tarafındaki Müslümanlar için ziyadesiyle kaygı verici ve kafa karıştırıcı. Fakat Avrupa’nın Müslüman karşıtı hale geldiğine dair felaket tellallığı yapmanın da alemi yok. Avrupalıların büyük çoğunluğu bu partilere oy vermiyor. Tam tersine, çoğunluk kökten karşı çıkıyor. Avrupalılar için bu yeni fenomenle başa çıkmanın en iyi yolu, üyelerini veya fikirlerini hükümete katarak aşırılıkçıları daha muteber hale getirmemek. Ne kadar çetin olursa olsun, kitlesel göçle ilgili bazı gerçek sorunları çözmeye çalışmak daha iyi bir seçenek gibi görünüyor. Fakat bu gelişmeleri öfkeyle ve bıkkınlıkla dışarıdan izleyenler, bir azınlığın yanlışlarından dolayı Avrupalıların çoğunluğunu suçlama hatasına düşmemeliler.

Kaynak: Radikal