Laikler, İslamcılara kamusal alanda çalışma fırsatı verilmesinin siyasete dini karıştırdığını ve dolayısıyla İslamcı akıma öncü darbe vurulması gerektiğini düşünüyor. Bu liberal demokrasiye sığmayan bir gerekçe

Türk laikliğinin liderleri, İslamcılarla seçim sandıkları yoluyla mücadele etmekte başarısız oldu ve siyasi baskı yöntemine bu kez mahkemeler aracılığıyla başvurmayı kararlaştırdılar. Bu durumsa, liberal demokrasiye bağlı olduklarına dair iddialarının foyasını ortaya çıkaran bir başarısızlık teşkil ediyor. Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Anayasa Mahkemesi'ne, öncelikle iktidar partisi AKP'nin kapatılmasını ve ikinci olarak da aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da bulunduğu 71 parti üyesinin beş yıl süreyle siyasetten men edilmesini istediği davayı açan hareketlenmenin anlamı bu. Peki suçlamaların unsurları neler? Başsavcının hazırladığı iddianame, parti liderlerinin ve kadrolarının Türkiye'deki laik sistemi tehdit eden siyasi eğilimlere bağlı olduklarını ifade ediyor. Başsavcı bu kişilerin 'gereğinden fazla' dindar olduğunu, kamusal alanlarda Allah ve dinden söz ettiklerini, daha fazla dini özgürlük istediklerini ifade ediyor.
AKP'nin işlediği ve başsavcının iddianamesinde eksen noktayı oluşturan 'büyük suç'sa, Türkiye meclisinin parti yönetiminin girişimiyle onay verdiği ve üniversitelerde 1989'dan beri yürürlükte olan İslami başörtüsü yasağını kaldırmaya kapı açacak son anayasa değişikliği. Bu yasak binlerce kadın öğrenciyi, dinine bağlı olmakla üniversite öğrenimi arasında bir tercih yapmaya zorlamıştı.
Bu bağlamdaki ironi, bazı ailelerin kızlarını başörtü takanlarla takmayanlar arasında ayrım yapmayan Avrupa ve Amerika'daki üniversitelere göndermesi.
Başsavcı bütün bu gözlemlerini hamasetle dile getiriyor ve hazırladığı iddianamenin sonunda, bu gelişmelerin, AKP'nin Türkiye'deki laik rejimi devirmeye hazırlandığının göstergesi olduğunu belirtiyor. Başsavcının adımı, bireysel ve tek başına bir atılmış bir adım değil. AKP'ye açılan dava, özellikle de generallerin 'demokratik laik rejimin' koruyucusu olduğunu iddia ettiği ordudaki laik liderlerin endişesini yansıtıyor. Bu endişenin kaynağıysa, AKP'nin kazandığı ezici seçim zaferi sonrası, seçim sandıkları yoluyla iktidar araçları üzerinde hegemonya kurması.
Laik liderler başsavcıyı bu partinin kapatılmasını ve liderlerinin barışçıl siyasi çalışmadan men edilmesini istemeye sevk ederek, liberal demokrasinin koruyucuları olduklarına dair iddialarının zayıflığını gözler önüne sermiş oluyorlar.

Laikler diktatörlük istiyor
Türk gazeteci Mustafa Akyol, laiklerin İslamcılara kamusal alanda sınırlı da olsa çalışma fırsatı verilmesinin, Türk siyasi sistemine İslam düşüncesinin sokulacağını gerekçe gösterdiklerini ve dolayısıyla İslamcı akıma öncü darbeler vurulması gerektiğini düşündüklerini ifade ediyor.
Bu liberal demokrasinin hiçbir kriterinde yer almayan bir gerekçe. Zira öncelikle dine hoşgörü gösterilmesi ilkesini, ikinci olarak da farklı fikirlerle örgütlenmeler arasındaki serbest siyasi rekabet ilkesini ortadan kaldırıyor. Dahası, böylelikle laikleri halkın üzerinde vesayet sahibiymiş gibi bir konumuna koyuyorlar. Laikler serbest siyasi rekabet çerçevesi içinde seçilmiş demokratik bir yönetim değil, diktatörlüğe dayalı bir yönetim istiyor. Hatta, siyasi rakiplerine yasaklama, tutuklama ve organize edilmiş işkence araçlarıyla baskı uygulayan askeri bir yönetim demek daha uygun...

Kaynak: Radikal