AKP oy kaybetmemek için reform konusunda ayak sürürken, AB de üyeliği ertelemek için fazla baskı yapmıyor. Oysa Türkiye'nin AB üyeliği değil, bizzat kendi iyiliği için partiler yasasından azınlık konularına kadar reforma ihtiyacı var.

Türkiye'yle AB arasında üyelik müzakerelerinin başlamasının üzerinden üç yıldan uzun süre geçti. 'Tarihi' diye nitelenen bu başlangıcın ardından çok fazla umut vardı; özellikle de Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP, yıllarında eski hükümetlerin aciz kaldığı siyasi reformları hayata geçirmekte başarılı olmuşken...

Fakat kimse müzakerelerin başlamasının Ankara-Brüksel ilişkilerinde yolun sonu anlamına gelmediğini inkâr etmiyor. Taraflar arasındaki ilişkiler bir gün bile karşılıklı şüpheden uzak olmadı. Avrupa müzakereleri başlatarak bir Hıristiyan kulübü olmadığını ve Müslüman üyeleri de kabule hazır olduğunu ifade etmek istediyse de, olayların gelişimi Ankara'nın şüphelerini teyit etti. Ankara, AB'nin üyelikten vazgeçirme amaçlı engeller koymayı bırakacağına inanmıyor.

Müzakereler üç yıl önce başlar başlamaz Avrupa sekiz müzakere başlığını askıya aldı; Türkiye'nin limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarına açmaması durumunda ilgili başlıklarda müzakereye başlamayacağını ve bu şart gerçekleşmezse de hiçbir başlığı kapatmayacağını ifade etti.

Türkiye Avrupa'nın kendisiyle öğretmen-öğrenci veya efendi-köle ilişkisine benzer, tepeden bakan bir ilişki kurduğunu düşünüyor. Erdoğan'ın, 'Avrupa'nın Kopenhag kriterleri varsa, bizim de Ankara kriterleri var' gibi bir çıkış yapmasının nedeni de bu. Yani Avrupa kapılarını kapatsa bile Türkiye reform sürecini durdurmayacak ve Avrupa için değil, kendisi için, kendi kriterleri doğrultusunda reformu sürdürecek.

Avrupa son olarak AKP hükümetinin reformlarda gerilediğini ve hatta ilerlemeyi durdurduğunu ifade etti. Polis göstericilere karşı şiddet kullanmaya devam ediyor. Hükümet Alevilerin, Kürtlerin ve Hıristiyanların taleplerinin bir kısmını bile karşılamadı. Siyasi Partiler Yasası'nın daha demokratik hale getirilmesi ve partilerin daha az yasaklanmaya maruz kalması için reform yapılmadı.

Kuşkusuz herkes 1982 Anayasası'nın yerine yeni anayasa hazırlanması projesinin ne hale geldiğini soruyor. Oysa anayasa değişikliği, AKP'nin 2007 seçimleri öncesindeki kampanyasında ilk sıradaydı. Partinin ezici seçim zaferine rağmen, bu yönde tek bir adım atıldı. Bir gözlemcinin yürütme, yasama ve cumhurbaşkanlığını elinde bulunduran bir partinin reform yolunda ilerlemesini engelleyen sebebi veya sebepleri sorgulamak hakkı.

AKP'nin reform konsantrasyonunu kaybedip kaybetmediği sorulabilir. AKP'nin damarlarına yeniden kan pompalanmasına ihtiyacı var.

Avrupa da Türkiye'ye yönelik üslubunu sürdürürse ortada müzakere diye bir şey kalmaz. Türkiye'de reformların hız kazanması, Avrupa'nın Türkiye'yle ilişki yönteminin dozuyla ilgili. Avrupa'ysa reformları cesaretlendirmiyor.

Görüldüğü üzere, Ankara ve Avrupa'nın şu anki 'stratejik hedefi' temel sorunu aşmamak. Avrupa Türkiye'yi saflarına katmakta acele etmediği için reformların hızlandırılmasını istemiyor. AKP'nin ve diğer bütün partilerin Türkiye'siyse, Kürtlere, Müslüman ve Hıristiyan azınlıklara haklarının verilmesi yönünde bir bedel ödeneceği için acele etmiyor. AKP İslamcı veya Türkçü tabanından ödün vermeye hazır değil.

Reform sadece AB için yapılırsa, Türkiye 100 yıl da geçse birliğe üye olamaz. Fakat Türkiye'nin kendisi ve geleceği için reformlar gerçekleştirilirse, bu ülke üyelik müzakeresi yapmak zorunda hissetmeyecek. Japon modelinde, hiçbir ittifaka ait olmayan ülkeler için dersler vardır. Fakat Japonya'nın gerçekleştirdiği de bir mucizeydi... (Katar gazetesi Şark, Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü, 14 Aralık 2008)

Kaynak: Radikal