Bugünlerde Dünya'ya ve Ortadoğu'ya açılma gayretleri içindeki Türkiye, toplumsal hafızaya yeniden atıflarda bulunuyor. Hem ülkemizde, hem de Ortadoğu'da. Kapıların açılması nedeniyle vuku bulan karşılaşmalarda, Ortadoğu insanları, aralarında Türkleri yeniden görmenin heyecanını yaşıyor. Fakat bir nokta da dikkatimizden kaçmıyor. Türkler deyince, II. Abdülhamit'i hatırlıyorlar. Oysa Abdülhamit'den bu yana çok zaman geçmiştir. O günleri, bugünkü insanların ancak dedeleri hatırlayabilir. Ayrıca ondan sonra iki padişah ve bir Halife söz konusudur. Acaba neden hepsini atlayıp ille de Sultan Abdülhamit diyorlar ?
Bu durum önemli bir gerçeği yansıtıyor. Ortadoğu liderleri ve resmi tarihleriyle, halkları arasındaki uçurumu. Aynı süreç bizde de yaşanmıştır. "Bizi arkadan vurdular" söylemiyle Ortadoğu insanıyla aramız açıldıkça açılmıştır. Ortadoğu'nun ulus devletlere bölünme sürecidir. Osmanlı ve Arap düşmanlığı, adeta "kuruluşların" temel felsefesini oluşturmuştur. Fakat bunun için önce "parçalanmayı" makul hale getirmek gereklidir. Osmanlı, bütünlüğü temsil etmektedir. Abdülhamit de Osmanlı'yı. Adeta Abdülhamit devri Osmanlı'nın son iyi günleri olmuştur. Klasik Osmanlı hayat tarzının yaşandığı, nispeten huzurlu bir 30 yıl.
Abdülhamit, Mithat Paşa ve arkadaşlarıyla anlaşarak tahta çıktığında henüz V. Murat hayattadır. Mithat Paşa yüzünden 93 Harbi felaketi ve büyük toprak kayıpları yaşanır. Daha onun şoku atlatılmadan, Ali Suavi, 150 isyancıyla Çırağan Sarayı'nı basar. Amaç, akli dengesi bozuk V. Murat'ı tekrar başa geçirmek. Saldırı başarıya ulaşamaz, Ali Suavi, yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından baskın sırasında öldürülür. Şimdi baskın Abdülhamit'e karşı ya, buradan da bir kahraman bir kötü adam çıkar: Kahraman, Paris'te daha o yıllarda La Republique adlı bir gazete çıkaran Ali Suavi'dir. Tesadüfe bakın, bizdeki Cumhuriyet Gazetesi onu devrim şehidi diye niteleyen bir kitapçık yayınlamıştır.
Tabi kötü adam, Hasan Paşa'dır. Suçu, isyanı bastırmak. Hakkındaki karalama kampanyası günümüze kadar gelmiş, medrese mezunu adam, ümmilikle suçlanmıştır. Okuma yazma bilmediği için yedi-sekiz gibi işaretle imza atarmış da adı oradan kalmış. Beşiktaşlılar bilir, çarşıda bu isimde bir meşhur fırın vardır ; Hasan Paşa Fırını.
Sultan Abdülhamit, 93 Harbi felaketinden sorumlu tuttuğu Mithat Paşa'yı sürgüne gönderir. Orada bilinmeyen bir şekilde öldürülür. Ve Abdülhamit öldürtmüş olur. Mithat Paşa'yı öldürtmek için neden Hicaz'a göndermesi gerektiğini bilemiyoruz. Fakat sonuçta bir kahraman daha ortaya çıkmıştır. Mağdur eden de yine aynı Sultandır.
Derken Sultan Abdülhamit'in son yılları gelir. Bir Cuma Selamlığında Sultan, suikastten kıl payı kurtulur. Ermeni teröristler, arabanın geçeceği yola bomba koymuştur. 80 küsur kişi ölür. Fakat Padişahın birkaç dakikalık gecikmesi, hayatını kurtarır. Şair Tevfik Fikret, bu "başarısız" suikaste üzülerek bir şiir yazar. Şiirinde Ey kahraman bombacı, attın ama ne yazık ki hedefi tutturamadın, der. Jön Türk, muhalif aydın çevreler için Fikret daha büyük bir şair olur. İşte size Abdülhamit mağduru bir kahraman daha.
Ve 31 Mart vakası : nam-ı diğer, "İrticai ayaklanma". Bir avuç asker, öğrenci, yürüyor. Galata köprüsünde gazeteci Hasan Fehmi öldürülüyor. Bir senaryo olduğu her halinden belli. Kaynaklar, İngiliz işi mi Alman işi mi onu tartışıyor. Ama ne olursa olsun bizde söylem değişmiyor. Kahraman gazeteci, basın şehitleri listesine yazılıyor. Fatura Sultan Abdülhamit'e kesiliyor. İstanbul'da bir avuç aydın ve Hareket ordusu Abdülhamit'i indirme planları yaparken İslam dünyası ne düşünüyor ? Onlara soran kim ? Yaygın bir seçim veya kamuoyu yoklama sistemi yok. Bundan yararlanan "merkezi güçler", satranç tahtasının başından ayrılmıyor.
O zaman İslam Dünyası'nın ne düşündüğünü anlamak, bugünlerde zor değil. Torunları böyle düşünürse, dedeleri ne düşünür ? Tahmin etmek zor değil. Bu nedenlerle, Abdülhamit'in iyi bir turnusol özelliği taşıdığını düşünüyorum. Ona karşı olan malum çevreler, sayıları her zaman az olan, halkımıza sormaktan kaçınan, ülkemizi istedikleri gibi dönüştürmek isteyen çevreler, Abdülhamit düşmanlığında birleşiyor. Bunun doğal sonucu, onlara göre Mithat Paşa, Ali Suavi, suikastçi Ermeniler, Tevfik Fikret, gazeteci Hasan Fehmi, İstanbul'u dolduran komitacılar, kahramandırlar.
Halkımızın, Ortadoğu insanının tercihi ise başka yönde. Onların siyasi ayrıntılara, entrikalara aklı ermiyor. Sultan Abdülhamit'i ille de seviyorlar. Yapacak bir şey yok. Yedi Sekiz Hasan Paşa'ya gelince o, daha Sultan Abdülhamit hayatta iken vefat ettiği (1905) için bütün o kargaşaya şahit olamıyor. Yine de kara listeye alınıyor. Ama hamiyetperver Beşiktaş halkı Paşa'yı unutmuyor, adını bir semte, bir fırına veriyor. Fırının ürünlerine nice yıllardır çok rağbet ediyor.