İtalyan gazetelerinin son iki aydır yolsuzluk, seks, iktidarın kötüye kullanılması, Mafya bağlantıları ve dinlenen telefon konuşmalarının dökümlerine dair hikâyelerle (aslında genellikle bu beşiyle birden) dolup taştığını öğrenmek elbette sizi şaşırtacaktır. Bununla birlikte hikâyelerin bazıları da, son dokuz yılın yedisinde başbakanlık yapan medya patronu Silvio Berlusconi’yle alakalı.

Aktörlere kaş çıkaran Berlusconi, skandallar dalgasına ilk başta Kazablanka’daki polis şefini taklit etmeye çalışarak karşılık verdi: İtalya’da yolsuzluğun devam ettiğini görünce şoke olduğunu söylüyordu Berlusconi, fakat bu esnada arkaplanda rüşvet iddiasıyla kendisine açılan davalar olanca hızıyla sürmekteydi. Şimdiyse eski taktiğine, yani kurban rolü oynamaya geri döndü ve ülkedeki yargıçların kendisini avlamayı kafaya koymuş komünistler olduğunu ilan ediverdi. Cumartesi günü Roma’da düzenlenen mitingde “Tek ihtiyacınız olan şey sevgi” derken belki de Leninistlere karşı John Lennon’dan destek bulmayı umuyordu.

Tek sorumlu o değil ama...
Her zamanki gibi dört başı mamur bir ‘opera buffa’yla (komik opera), yani yabancıların İtalya’ya veya en azından İtalyan siyasetine dair genellemelerini trajik bir biçimde teyit eden bir komediyle karşı karşıyayız. Birçok İtalyan gibi yapıp omuzlarınızı silkmeniz ve yapılabilecek hiçbir şey olmadığını söylemeniz işten bile değil.

Berlusconi’nin birçok İtalyan’ın olmak istediği şeyin (zengin, neşeli, güçlü, istediği her genç yıldızı yatağa atabilen ve hoşuna gitmeyen her yasadan kaçabilen biri) tezahürü olduğunu, bu nedenle her daim popüler olacağını varsaymak da gayet cazip. Bununla birlikte bu operanın belki de ciddi bir dönüm noktasına gelmekte olduğuna dair işaretler var.

Nihayetinde gayet iyi sonuçlar ortaya çıkabilir: Berlusconi’nin partisi bölünebilir, bu yüzden hükümeti çökebilir ve genel seçimlere daha üç yıl varken başbakanlığı sona erebilir. Fakat bir başka olası sonuç da var: Berlusconi ayakta kalmak için demagojik cazibesini ve medya kontrolünü kullanabilir, ardından iktidarının yegâne frenleri oldukları için düşman gördüğü kurumlara (yargı, anayasa mahkemesi, hatta cumhurbaşkanı) yeni bir saldırı başlatabilir. Eğer bunu yapacaksa, sonuçlar gerçekten vahim olabilir.

İtalya’da gözler önüne serilen hikâye için herşeyi diyebilirsiniz ama komik olduğunu söyleyemezsiniz. Ülkenin bundan önceki büyük siyasi yolsuzluk skandalını yaşadığı 1990’ların başında, kirli bir sistem belki de sona erecek ve zaman içinde yeni, daha temiz bir sistem doğabilecek gibi görünüyordu. Şubat başında geçen yılki Abruzzo depremi sonrası açılan kamu ihalelerinde yolsuzluk iddialarıyla başlayan skandallar dizisi, sistemin bugün daha da kirli olduğunu gösteriyor.

Genelde siyaset ve hükümetin yanı sıra iş dünyasında da hile, yolsuzluk veya iktidarın kötüye kullanılmasına dair rahatsız edici yeni iddiaların ortaya atılmadığı tek bir gün geçmiyor.

Berlusconi için iyi haberse kirliliğin her yerde olması: Muhalif siyasetçiler de para aşırırken ve, evet, pantolonları inik bir halde yakalanıyor. Ancak kötü haber de var: Skandallar başlıca övünç kaynağına, yani ‘benden ve adamlarımdan başka iş yapabilen kimse yok’ tavrına ağır darbe vurmuş durumda. Daha genel anlamda çıkan sonuçsa şu: Bütün bu vahameti tek başına Berlusconi yaratmamış olsa da, devam etmesinde ve yayılmasında, ayrıca bundan yansıyan ‘kimse bana dokunamaz’ kültüründe büyük sorumluluğu söz konusu.

Temiz İtalya umutları kirlendi
1994’te yeni bir siyasi gelecek muştulayarak siyasete girmesinden bu yana Berlusconi, geçmişi muhafaza etmek, kendisini bütün hukuki davalardan korumak ve hukukun üstünlüğü veya kurumlar hilafına şahsi iktidarını güçlendirmek için elinden geleni ardına koymuyor. Kendi şirketi ticari televizyonların fiili tekelini elinde tutuyor ve reklamlar üzerinde de katı bir baskı uyguluyor. Hiçbir AB ülkesinde rekabet kurumlarının izin vermeyeceği düzeyde bir güç bu. Berlusconi, muhaletin medya gücünü siyasi amaçlarla kullanmasını kısıtlayacak bir yasa çıkarma çabalarını, yeterli sayıda muhalif parlamenter satın alarak savuşturdu. O sadece ‘popüler’ değil: İtalya ve demokrasisinin hayrı açısından fazlasıyla güçlü.

Peki bu durum niye değişsin ki? Pazar ve pazartesi seçmenler İtalya’nın 20 bölge valiliğinden 13’ünü seçmek üzere sandığa gidiyor. Bunlardan 11’i halen merkez sol muhalefetin elinde ve Berlusconi kendi merkez sağ partisinin birkaçını ele geçireceğini umuyor. Skandallar ve kendi partisi içinde adaylarının Roma’yı kapsayan Lazio bölgesindeki yarışın dışında kalmasıyla sonuçlanan olağanüstü beceriksizlik, bu umudu epey zayıflatmış durumda. Cumartesi günkü mitingi de bu durum açıklıyor: Berlusconi popülaritesini yeniden ateşlemek için meydanlara inmeye çalışıyor.

Medya gücü ve kampanya yeteneği Berlusconi’nin büyük artıları. Fakat büyük miktarda paranın dışında, tek artıları da bunlar. Berlusconi’yle ilgili bir bakıma iyi olan şey, hiçbir ideolojisinin olmaması: Bir özgürlük havarisi olduğunu iddia ediyor, fakat aslında sadece kendi özgürlüğünün derdinde. Bu nedenle siyasetteki müttefikleri, sadece güçlü göründüğü sürece onun yanında olacaktır.

Bölgesel seçimler işte bu yüzden mühim. Faşist Ulusal İttifak Partisi’nin eski başkanı Gianfranco Fini, Berlusconi’nin Özgürlükçü Halk Partisi’nden (ÖHP) ayrılmaya, ya da mümkün olursa partiyi ele geçirmeye hazırlanan İtalya Nesli adlı hareketini daha yeni başlattı. Geçen yaz başbakanı bozum eden seks skandallarının akabinde ÖHP adına felaket anlamına gelen bu gelişme, Berlusconi’nin yenilmezlik efsanesini nihayet yerle bir edebilir.

Temizlik için yargı reformu
Bu noktada, bir güvensizlik oylamasının ardından Berlusconi istifa etmek zorunda kalabilir ve Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano enkazın birazını temizleyecek ve ardından ülkeyi bir-iki yıl içinde seçimlere götürecek bir teknokratlar hükümeti kurdurmaya çalışabilir. Fakat Berlusconi kendi partisi içindeki muhalefeti alt edip geri dönerse, farklı türde bir temizlik yaşanabilir: İtalya başbakanı büyük bir yargı ‘reformu’ vaat ediyor ve cumhurbaşkanlığını hadım etmeyi veya ele geçirmeyi çok ama çok istiyor.

Berlusconi’den pek hazzetmeyen önde gelen bir İtalyan işadamıyla geçenlerde konuştuğumuzda, “Panettone’yi yiyemeyecek” tahmininde bulundu. Yani, Milanoluların çok sevdiği bir deyişle, Berlusconi’nin evlerde geleneksel panettone kekinin yapıldığı Noel’i çıkaramayacağını kast ediyor. Paskalya’ya doğru gitmiş olsa daha iyi olur. (22 Mart 2010)

Kaynak: Radikal