Küresel güç dengesi değişirken, fazla büyümüş bir AB'nin birlik sıfatıyla dünyadaki yerinin ne olduğu sorusundan kaçması mümkün değildi. Şimdi Lizbon Anlaşması temelinde yeni bir dış politika birimi kuracak olan Avrupa, dünyaya ağırlığını daha fazla hissettirmeye hazırlanıyor.
AB'nin Estonya'dan Kıbrıs'a yeni üyeler alıp genişlemesinden hemen önce iki üst düzey AB yetkilisi ilginç bir soruyu tartışıyordu: İstişare edilmesi gereken bu kadar çok hükümet varken, 1999'dan beri AB'nin dış ilişkiler sorumlusu olan Javier Solana herhangi bir dış politika meselesinde Avrupa oybirliğini nasıl sağlayacaktı?
İkilinin daha kıdemli olanı serinkanlılık telkin ediyordu. Sevinçle, ülkelerin büyük kısmının dış politikaları olmadığını anlatıyordu; Solana'nın işi bu tür ülkeleri, önerdiği her şeyin aslında başından beri onların da politikası olduğuna ikna etmekti. O nüktedan Avrokat haklı çıkmış görünüyor. Bugün birlik 27 üyeye çıkmışken bile Avrupa'nın dış politika aygıtı ortak pozisyonları her daim pürüzsüz bir biçimde sağlıyor. Ancak en ateşli Avrupa yanlıları bile şunu kabul ediyor: Bütün bu diplomatik faaliyet, bugüne kadar parçalarının toplamından daha azını üretti.
Her yerde bayrağı var ama...
AB'nin hareketsiz olduğu anlamına gelmiyor bu. 27 Ekim'deki en son toplantılarında AB dışişleri bakanları Pakistan'a yapılan yardımın artırılmasına onay verdi, Gine'ye yaptırım uygulama kararı aldı ve Özbekistan'a yönelik silah ambargosunu içeren son Avrupa yaptırımlarını kaldırmayı kabul etti. Somali korsanlarının peşine düşen savaş gemilerinde AB bayrağı dalgalanıyor. Aynı bayrak, AB'nin kurduğu bir polis eğitim üssünün tepesinde, Kabil rüzgarıyla salınıyor. Fakat gerçek şu ki, AB'nin aslında dış politikası yok: Yardım parası ve sayısız üçüncü ülkeyle işbirliği anlaşmaları gibi araçları var.
AB diplomasinin çok önemli bir bölümü, bir avuç ilgili ülke tarafından belirleniyor. Sözgelimi AB Pakistan'a, büyük oranda Britanya'dan gelen baskı nedeniyle daha fazla yardım yapacak. Gine konusunda sadece Fransa kuvvetli hisler besliyor, çünkü bu ülke eski sömürgesi. Ve Almanya, bir çete otokrasisi olan Özbekistan'a yaptırımların kaldırılmasına itiraz eden birçok ülkeyi ezip geçti, çünkü Özbekler Afganistan'daki Alman askerlerine ikmal üslerini sağlıyor. AB'nin Afganistan'daki varlığı hazin bir felaket. Yetersiz polis misyonunu yürütmek için ilk başta beceriksiz yöneticiler gönderildi. Ve Avrupa Komisyonu'nun yerel delegasyonu, demirbaş AB bürokrasisi ve ulusal hükümetleri temsil eden aygıtın parçası olan AB konseyi görevlileri arasında utanç verici atışmalar yaşanıyor.
Ayrıntılar yine kavga çıkaracak
Bu tür zarar verici kurumsal düzenlemelerin kısa süre sonra sona ereceği söyleniyor. AB liderleri yeni bir Avrupa 'Dış Faaliyet Birimi' kurulması planını onaylamak üzere. Birimin başında, bir tür dışişleri bakanı mahiyetinde, bir Yüksek Temsilci olacak. Yüksek Temsilci hem komisyonun hem de konseyin dış operasyonlarına başkanlık edecek. Bunun kurumsal husumetleri sona erdireceği düşünülüyor. Bu yeni diplomatik yapının kuruluşu Lizbon Anlaşması'na dayanıyor. Anlaşmanın kasımda tümüyle onaylanması neredeyse kesin gibi, zira ateşli 'Avroseptik' tutumuyla bilinen Çek Devlet Başkanı Vaclav Klaus anlaşmayı imzalayacağının işaretini verdi (karşılığında da anlaşmanın 2. Dünya Savaşı sonrası Çek topraklarından sürülen Almanların mülkiyet iddialarını tetiklemesinin mümkün olmadığı yönünde güvenceler aldı).
27 AB ülkesinin farklı çıkarları ve dış politikaya gösterdikleri eşitsiz heves nedeniyle temkini elden bırakmamak gerekiyor. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, "Mucizeler beklemeyin" uyarısında bulunuyor ve ekliyor: "Lizbon hareket kapasitemizi artırıyor, fakat en az bunun kadar önemli husus, bizim hareket etmeye istekli olup olmadığımız." Ve nüfuz savaşları diplomatik birime yine de sekte vurabilir, zira komisyon, konsey ve ulusal hükümetler mevkiler ve güç için mücadele ediyor. Polonya gibi bazı ülkeler, yeni birimdeki mevkilerin yarısının ulusal diplomatlarca doldurulması gerektiğini söylüyor. Şu an göründüğü kadarıyla mevkilerin üçte biri geçici görevli diplomatlara, geri kalanıysa Brüksel bürokrasisine gidecek. Küçük ve orta boyutlu ülkeler 'coğrafi dengeden' dem vuruyor; büyük aktörler içinse bu, yeteneği hiçe sayan ulusal kotalar anlamına geliyor.
Yine de büyük resim daha umut verici olabilir. 27 ulusal hükümetten, komisyondan ve konseyden gelen üst düzey yetkililer, dış faaliyet birimini haftalar boyu tartıştı. Birimin Yüksek Temsilci'nin yanı sıra, Lizbon'un yarattığı bir başka yeni görev olan tam zamanlı Avrupa Konseyi Başkanı'yla nasıl koordine olacağını uzun uzun konuştular. Ulusal hükümetler dış faaliyet birimini komisyonun yetkisine tabi kılmak yerine kendi kontrollerinde tutmaya karar verdi ve Avrupa Parlamentosu'nun yeni yapının hukuki olarak tetkik edilmesi taleplerini kulak ardı etti. Bu anlaşılır bir durum - ulusal hükümetler, Avrupa Parlamentosu'nun sahip olmadığı bir demokratik meşruiyete dayanıyor. (Avrupa seçimlerinde oy veren ve kendilerini bu yapıda kimin temsil ettiğini bilen Avrupalıların sayısı iyice dibe vurmuş durumda.)
Miliband'ın adı öne çıkıyor
Avrupa hükümetlerinin yeni konsey başkanlığına küresel tanınırlığı olan bir ağır top atama önerisine yaklaşımları farklı farklı. Britanya, eski başbakanı Tony Blair için bastırıyor. Çeşitli hükümetler ve Britanya'da muhalefette olan Muhafazakârlar, daha ılımlı bir 'başkan' (yani Blair değil) tercih ettiklerini söylüyor, ancak bazıları Fransa, Almanya veya Britanya gibi büyük bir ülkeden sert bir Yüksek Temsilci olabileceğini belirtiyor. Bu ismin Britanya Dışişleri Bakanı David Miliband olabileceği geçenlerde ortaya çıktı. Miliband Yüksek Temsilcilik görevine 'uygun olmadığında' ısrar ediyor, fakat AB çevrelerinden 26 Ekim'de yaptığı konuşmadan dolayı büyük övgüler aldı. Britanyalı bakan o konuşmada Avrupa'ya "Ya birlikte hareket ederiz ya da Çin ve Ame-rika'nın şekillendirdiği bir G2 dünya- sında seyirci oluruz" diye hitap etti.
Bu Avrupa projesi için yeni bir alan. Bir yetkilinin dediği üzere, AB Avrupa dahilindeki 'dış politikayı' savaşlar ve imparatorluk kurma manasında 'ortadan kaldırmak' için kuruldu. Bu 'fetret devri' sona eriyor. AB fazla büyüdü ve küresel güç dengesi hızla değişiyor. Bazı ülkeler her zaman diğerlerinden daha büyük diplomatik aktörler olacak. Fakat bir birlik sıfatıyla Avrupa'nın dünyadaki yerinin ne olduğu sorusundan kaçması mümkün değil. (Başyazı, 29 Ekim 2009)
Kaynak: Radikal