İran durulmuyor, bu gidişle de durulacağa pek benzemiyor. 12 Haziran'daki şaibeli cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yapılan dev protesto gösterileri kanla bastırıldığından beri, Kudüs Günü, ABD elçiliğinin işgali yıldönümü  gibi, İran takviminin kendine özgü anma günlerinin hemen hepsinde İranlılar sokağa dökülerek, Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ın ikinci kez protesto etmeye devam ettiler. Hem de öldürülme ve zindanlarda çürüme pahasına. 

En son İran devrimi sırasında ABD'nin Tahran büyükelçiliğinin işgalinin her yıl kutlanan yıldönümü olan 4 Kasım tarihinde tüm tehditlere rağmen sokağa dökülen binlerce İranlı, Ahmedinecad'ı kastederek 'Diktatöre Ölüm' sloganları atarken, bir ilki de gerçekleştirdi ve sokaktaki bir panoda dini lider Hananey'in resmini yerle bir etti. 

Bu öfkenin nedeni sadece seçimlere hile karıştırılarak, reformcu adayların cumhurbaşkanı seçilmesinin engellenmesi olamaz. Yüzlerce ölüye ve binlerce tutukluya rağmen gösterilerde ısrar ediliyor olması, bu öfkenin daha köklü olduğunun artık inkâr edilemez bir göstergesi. 

İranlıların rejimlerine kızmak için yeterince nedenleri olduğunu biliyoruz. Kadınlara, yani İran nüfusunun yarısından fazlasına yapılan su götürmez ayrımcılık ve dayanılmaz baskı; siyasi alanın, cumhurbaşkanlığı seçimlerine itiraz eden adaylar Mir Hüseyin Musevi ve Hacetülislam Mehdi Kerrubi gibi öz-Humeynicilere bile kapatılacak kadar daralmış olması, resmi istatistiklere göre bile halkın çok önemli bir bölümü yoksulluk sınırlarının altında yatarken, 'milli servet' petrol ve doğalgazdan elde edilen gelirin çar çur edilmesi sonucu yoksulluğun kökleşmesi... Bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Durumun vahametini göstermek için isterseniz biraz örnek vereyim. 

Kendisi uzun yıllar meclis başkanlığı yapmış bir molla olan son cumhurbaşkanlığı  seçimi adaylarından Kerrubi, yaklaşık bir ay içinde iki kez fiziki saldırıya uğradı. İlkinde, sözde gönüllü (Besiç) denilen, özde sivil polisler, kafasına ayakkabı fırlattı. İkincisinde 4 Kasım'da alenen resmi polisler tarafından saldırıya uğradı. Bu kez kendisini kurtaran korumalarından ikisi yaralandı. Hem de bir molla iken, dünyanın mollaların yönettiğini sandığı bu ülkede, rejimin sadık adamı bir mollanın bu kadar sık saldırıya uğramasının sebebi ne biliyor musunuz?

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hile yapıldığını söylemenin yanı sıra, bizzat dini lider Hamaney'in emriyle resmen tutuklulara 'kötü muamele yapıldığını', hatta tecavüz edildiğini açıkça ilan etmek. Kerrubi o kadar ileri gitti ki, mevcut rejimin, devrimle yerine geçtiği 'şahlık rejimi ve ırk ayrımcısı Güney Afrika rejiminin bile yüzünü ağarttığını' söyledi.

Şimdilik 'Yeşil Dalga' diye tanımlanan barışçıl muhalefetin doğal ve metazori liderleri Kerrubi ve Musevi'nin hareket kabiliyetleri, neredeyse evlerinden çıkmalarını yasaklayacak derecede kısıtlanırken, Ahmedinecad yönetimi ve destek aldığı Hamaney, ellerindeki tüm medya imkânlarını kullanarak en ağır hakaretleri ve suçlamaları yapıyor ve onların insan hakları ve işkence iddialarının İran'ın düşmanlarının sözleri olduğunu ileri sürüyor. 

İki muhalif liderin en masum isteklerinden biri, kendilerine iddialarını, sürekli suçlandıkları ve hakarete maruz kaldıkları ulusal radyo televizyondan seslendirme ve ispatlama imkânı verilmesi. Buna izin verilmeyeceğine emin olabilirsiniz. Ama yine de öldürülenlerin baskı ve korku altında yapılabilen cenaze törenleri ve yurtdışına kaçabilen kurbanların açıklamaları onların anlatmak istediklerini kendi tarzlarında ispatlıyor.

İki muhalif lider ise, iddialarını ispatlama imkânının belki de, yüzlercesi hapiste olan ve düzmece mahkemelerde yargılanan yakın çalışma arkadaşları gibi, düzmece iddialarla çıkarıldıkları düzmece mahkemelerde bulabilecek.

Kaynak: Radikal