Türkiye'nin Ortadoğu'ya 'taarruzu', ölçeği ve ivmesi itibarıyla barışçıl bir istilayı andırıyor. Batılı müttefikleri de kendisini bir köprü olarak sunan Ankara'nın politikasına karşı çıkmıyor. Fakat Türkiye'nin AB umutları biter veya İran'a baskı çabalarına zarar verirse bu yaklaşım değişebilir.
Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya göç ederek Ortadoğu'ya gelişinin üzerinden 1000 yıl geçti. Bu 1000 yılın yarısında bölgenin büyük bölümüne onlar hükmetti. Fakat Osmanlı yıkılıp 1923'te Türkiye Cumhuriyeti doğduğunda kendilerini eski tebalarından yalıttılar, yüzlerini Avrupa'ya döndüler ve Soğuk Savaş'ta ABD'nin sıkı destekçisi oldular.
Türkler şimdi Ortadoğu'ya dönüyor, bu kez ticaretin ve diplomasinin kibar kisvesi altında. Coğrafi yakınlık, Türk ekonomisinin gücü, laikliğin dayatıldığı on yılların ardından ülkede İslami hissiyatın dirilişi ve AB'yle üyelik müzakerelerinin uyuşukluğundan duyulan rahatlık göz önüne alındığında doğal bir yönelim bu. Gerçekten de Türkiye'nin Ortadoğu taarruzu ölçeği ve ivmesi itibarıyla bir istilayı andırıyor, fakat bu barışçı bir istila.
Ticari bağlar giderek artıyor
Son yedi yılda Türkiye'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya ihracatı neredeyse yedi kat arttı. Doğudan batıya enerji nakli konusunda zaten hayati bir geçiş yolu olan Türkiye, boru hatlarının sayısı arttıkça daha da önem kazanacak. Türk inşaat firması TAV Kahire'de bir havaalanı terminalini daha yeni bitirdi ve Libya, Katar, Tunus ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde de yenilerini yapıyor. Türkler Irak Kürdistan'ında yüzlerce altyapı anlaşması imzaladı ve alışveriş merkezlerine, otellere ve hatta okullara yatırım yaptı.
Bu başarılar kısmen enerjik bir biçimde ticari imtiyazların peşine düşülmesinden kaynaklanıyor; Türkiye'nin Mısır, İsrail, Fas ve Tunus'la serbest ticaret anlaşmaları var. Körfez İşbirliği Konseyi'yle benzer bir anlaşma için çaba gösteriliyor. Bu ay başında Türk bakanlardan oluşan kafileler Irak'la 48, Suriye'yle 40 anlaşma imzaladı. Turizmden terörle mücadeleye ve ortak askeri tatbikatlara kadar her şeyi kapsayan bu anlaşmalar, Türkiye'yle eski Osmanlı eyaletleri arasında on yıllardır devam eden gerilimi sona erdirebilir.
Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan geçenlerde Tahran'da sıcak bir biçimde karşılandı; bu ziyaret, İslam Cumhuriyeti'nin uluslararası tecridine rağmen kanalları açık tutan reelpolitiğin bir yansımasıydı. Türkiye Ermenistan'la ilişkilerde de tarihi bir dönüm noktasına imza attı. İki ülkenin parlamentoları bu adımı desteklerse, 16 yıl sonra diplomatik ilişkiler yeniden tesis edilebilir.
Bu azimli diplomatik pragmatizm, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından şevkle yürütülüyor. Davutoğlu bir kitabında Ortadoğu'yu 'Türkiye'nin stratejik derinliği' diye nitelemiş ve 'komşularla sıfır sorun' politikasını savunmuştu. AKP'nin ılımlı, modernist İslamcılığını yansıtan bu yeni politika, Türkiye'nin sınırlarının ötesinde istikrarı oluşturmak için tarihsel bağların yanı sıra ticaretin yumuşak gücünü kullanmaya çalışıyor. Bu, dünya görüşünde belirgin bir değişimin ifadesi. Geçmişte Türkiye kendisini NATO'nun doğu kalesi olarak görme eğilimindeydi ve Ortadoğu'daki komşular dizginlenmesi gereken tehdit sayılıyordu.
Davutoğlu'nun ikna gücü ne kadar fazla olursa olsun, bu yeniden yönelim Türkiye'de ciddi değişimler yaşanmaksızın gerçekleşemezdi. Kısmen AB üyeliğinin gereklerini yerine getirmek için yapılan reformlar, iktidarın tehdit saplantılı generallerden sivil kurumlara ve İstanbul'da değil Anadolu'da kök salmış Müslüman seçkinlere geçmesini sağlıyor. AKP ayrıca Türkiye'nin Kürt azınlığının taleplerini karşılamaya çalışarak resmi politikayı tersine çeviriyor. Daha fazla kültürel ve siyasi hak tanınması ve geçmişteki ayrımcı uygulamaların itiraf edilmesi, sadece Türkiyeli Kürtlerin değil, onların Irak, İran ve Suriye'deki soydaşlarının da rahatsızlıklarını yatıştırıyor.
Bununla birlikte Türkiye'nin daha yumuşak yaklaşımının başarısının bir nedeni de, bölgesel bir iktidar boşluğu bağlamında gerçekleşmesi. Mısır ve Irak gibi Arap ağır toplar artık eskisi kadar güçlü değil. Amerikan nüfuzu Irak'ta yaşadığı sorunların ertesinde dibe vurdu. Türkiye'nin dönüşünün mennuniyetle karşılanmasının bir diğer nedeniyse, birçok Arap'ın bu ülkeyi hem İran karşısında ılımlı bir dengeleyici güç hem de Batı'ya açılan pencere olarak görmesi. Iraklı Şiiler, birçok Şii partisinin Tahran'la yakın ilişkilerine rağmen İran'ın ülkelerine burnunu sokmasından hâlâ endişeli.
Gerilimlere rağmen Iraklı Kürtler de Türkiye'yle daha sıcak ilişkiler kuruyor, zira ticaret patlama halinde ve Kürtlerin Amerikalı koruyucularının çekilmeye hazırlanması tecrit ihtimalini gündeme getiriyor. Görünürde İran'ın müttefiki olan Suriye'nin laik yönetimi aslında katı İslamcı İran muktedirlerine karşı, AKP'nin ticaretsever yetkililerine kıyasla çok daha az kültürel yakınlık taşıyor. Türkiye'yle ilişkilerde iyileşme Suriye'ye çok ihtiyaç duyduğu bir rahatlama sağlıyor.
Ancak Türk yetkililer Müslüman doğuya karşı bu yeniden başlayan ilgilerinin, Batı'ya sırtını dönmek anlamına gelmediğini izah etmeye de özen gösteriyor. Tam tersine, Türkiye'yi faydalı bir köprü, barış isteyen bölgesel bir güç ve demokrasiyle İslam'ın bir arada olabileceğinin örneği olarak sunuyorlar. Batılı müttefikleri de genelde bu görüşü paylaşıyor ve Türkiye'nin Doğu'ya yönelmesine karşı çıkmıyor. Ancak Türkiye'nin AB üyeliği umutları biter veya Türkiye İran'a baskı çabalarına zarar veren bir ülke olarak görülürse, bu anlayışlı yaklaşım değişebilir.
İlk bedel İsrail'le ilişkiler oldu
Türkiye'nin bu nazik yeni yaklaşımının bazı bedelleri de var; en gözle görülür örneği de İsrail'le ilişkiler. İki ülke 1990'larda stratejik ortaklık noktasına vardı. Hatta İsrail, Ermeni soykırımını inkâr ettiği için Ankara'yı cezalandırmaya çalışan lobilere karşı Amerikan Kongresi'nde Türkiye'ye kalkan oldu. Fakat Türk kamuoyu İsrail'e giderek düşman hale geldikçe ilişkiler de yıpranıyor. Sert ve sokağın dilini bilen bir siyasetçi olan Erdoğan, dönemin İsrail başbakanı Ehud Olmert'le görüşüp Türkiye'nin arabuluculuk yaptığı İsrail-Suriye görüşmelerinin süreceği garantisi aldıktan hemen sonra Gazze'ye başlatılan saldırıyı kendisine hakaret saydı. Gazze'deki kan banyosu birçok Türk'te infial yarattı ve Erdoğan'ın Davos'taki bir tartışmada İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres'e esip gürlemesi büyük övgü aldı.
Türkler, İsrail Davutoğlu'na Gazze'ye geçme izni vermeyince bir kez daha öfkelendi. Bu ay başında Türkiye ortak hava tatbikatlarını iptal etti. İsrail'se Türk devlet kanalında İsrailli askerleri acımasız katiller olarak gösteren bir dizinin yayımlanmasını protesto etti. Bazı İsrailli yetkililer anti-Semitizm'e dair birçok işaret tespit ettiklerini ve Türkiye'nin Suriye ve İsrail arasında arabulucu konumundan çıktığını söylüyor. Türk yetkililerse buna, İsrail'le ilişkileri koparmak gibi bir niyetleri olmadığını söyleyerek karşılık veriyor. Yahudi devletinin karşısında hâlâ yararlı bir muhatap olabileceklerini düşünüyorlar. Fakat öfke ve küskünlük varlığını sürdürüyor. (30 Ekim 2009)
Kaynak: Radikal