Osmanlı padişahı 2. Abdülhamid, 1887’de Lübnanlı bir köylünün Sayda kentinde bulduğu 18 lahti İstanbul ’a getirtmişti. En büyük lahitte Büyük İskender’in kemiklerinin bulunduğuna inanılıyordu. Lahit Türklere ait değil ve Sayda bugün Lübnan topraklarında bulunuyor ama lahit, İstanbul ’un en büyük hazinesi kabul ediliyor. Mona Lisa Louvre için neyse, İskender Lahti de İstanbul Arkeoloji Müzesi için o.
Tayyip Erdoğan ’ın AKPsi’nin ılımlı İslamcı hükümeti, kendini Osmanlı sultanlarının vârisi olarak düşünmekten hoşlanıyor. Son dönemde Türk yetkililer kültürel yayılmacılık dalgası başlattı, yeni müzeler inşa etti, Osmanlı kalıntılarını onarımdan geçirdi, yeni arkeolojik kazılar için ruhsatlar verdi ve sanata daha çok para harcadı. 2023’te başkent Ankara’da büyük bir müze açılacak. “Türkiye’deki en büyük müze, Avrupa’daki en büyük müzelerden biri, Metropolitan ya da British Museum gibi ansiklopedik bir müze olacak” diyor Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bir yardımcısı iftiharla. Ve ekliyor: “Bu onun bebeği, en kıymetli projesi.”
Ricayla tehdit karışımı
Türkiye ’nin kendi evindeki kültürel planlarına, çalındığına inandığı ve şimdi Batılı müzelerin sergilediği hazineleri geri getirmeye yönelik eşi benzeri görülmemiş cüretkârlıkta bir kampanya eşlik ediyor. Bu planlar, siyasi yelpazenin her kesiminin desteğini ve Türkiye ’nin tüm müze müdürlerinin arka çıkmasını haiz. Kampanya, hükümetin açık ettiğinden daha fazla sayıda obje ve müzeyi hedef alıyor. Günay, “Savaş açmış değiliz” diyor, “Bu kesinlikle kültürel bir mücadele. Çabalarımızı daha azimli biçimde pekiştirmeye kararlıyız.”
Türk yetkililer, istediklerini almak için ricayla tehdit karışımı bir yöntem kullanıyor. Hazinelerini yurtdışına ödünç vermeyi reddediyor, yabancı arkeolojik kazılara ruhsat vermeye ayak diriyor ve Batılı müzeleri utandıracağını umdukları kamuoyu kampanyaları yürütüyor. Diğer ülkelerdeki küratörler, saldırganlık olarak gördükleri bu durum karşısında alarma geçmiş vaziyette. Hatta önde gelen bir müze yöneticisi, bu kampanyayı ‘şantaj’ diye nitelendiriyor. Peki Türkiye ’nin bu yeni kültürel savaşı kazanma ihtimali ne?
Alman arkeolog Carl Humann ve ekibi, Osmanlı sultanının izniyle, 1878’de Bergama’da başladığı kazıda MÖ 2. yüzyıldan kalma Zeus Sunağı’nı keşfetmişti. Sunak, sultanın izniyle Almanya’ya gönderildi ve Berlin’deki Bergama Müzesi’nin en önemli parçası haline geldi. Bu arada Alman arkeologlar aynı alanda çalışmaya devam etti. Humann’ınki gibi ekipleri, Britanyalı ve Fransızlar izledi, 20. yüzyılda da İtalyan, Japon ve Amerikalılar takip etti. Bazı ekipler, savaş ve isyan riski altında olduklarına inandıkları kalıntıları yanlarında götürüp yeni kurulan Avrupa müzelerine verdi.
Bu objelerin elde edilme biçimleri hep değişegelmiştir. Bazı âlimlerin, hazinelerini Avrupa’ya geri götürmek için Osmanlı sultanlarından resmi izni vardı, bazıları da objeleri saklama ve koruma arzusuyla hareket ederken tam izin almaya ve eserlerin nerede, kim tarafından bulunduğunu belgelemeye gerek görmedi.
Batılı müzelerde Türkiye ’den on binlerce obje var. Bunların çoğu, tüm belgeleri tamamlanmadan verilmiş ya da ele geçirilmiş. Türkiye ’nin 1884’te çıkardığı tüm antik eserlerin devlet malı olduğu ve ülke dışına çıkarılamayacağına dair yasa çok gevşek uygulandı. Türkiye , 20. yüzyılın büyük bölümünde hazinelerini mutlulukla yabancı müzelere ödünç verdi ve Batılı koleksiyonlardaki objelerin belgelerini sorgulamadı. Fakat şimdi, tam izin alınmamış ve nerede, kimin bulduğu belirsiz olan her eserin çalınmış, dolayısıyla Türkiye ’ye ait olduğunu savunuyor.
Türkiye ’nin antik eserlerin yasadışı ticaretiyle mücadelesindeki esin kaynaklarından biri de renkli kişilikli, eski Mısırlı Bakan Zahi Havas. Kendisi bu konuda 2010’da Kahire’de verilen bir konferansta, “Eserleri bize geri vermeyen müzelere hayatı dar edeceğiz” diye konuşmuştu.
Son dönemde ise Türkiye ’yi iki başarı yüreklendirdi. Boston Güzel Sanatlar Müzesi kamuoyu baskısına boyun eğip ‘Yorgun Herakles’ heykelinin başını geri verdi ve Günay da Alman hükümetini (Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün ruhsatlarının yenilenmemesi tehdidi eşliğinde) Hitit sfenksini geri vermek zorunda bıraktı.
Ardından Türk yetkililer dikkatlerini Metropolitan Müzesi’ne çevirdi. Eylül 2011’de Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü başkanlığındaki bir heyet, 2014’teki bir sergi için ödünç verilecek eserleri görüşmek üzere New York’a gitti. Süslü, bir şey ödünç vermeden önce Metropolitan Müzesi’nin koleksiyonundaki 18 eser hakkında bilgi edinmek istediğini söyledi. Metropolitan Müzesi Başkanı Thomas Campbell, “Bu bizim için sürpriz oldu. Bugüne dek Türkiye ’deki muhataplarımızın işbirlikçi ruhu bizi memnun etmişti” diyor.
Birkaç hafta sonra da British Museum’a odaklanıldı. Topkapı Müzesi, BM’nin Ocak 2012 için planladığı, hacla ilgili sergiye katkıda bulunmayı kabul etmişti. Bunlar, Osmanlı’nın 19. yüzyılda Mekke’den getirdiği 35 eserdi. Fakat son dakikada Günay’la Süslü, MÖ 1. yüzyıldan kalma bir taş tablet olan ve Türkiye ’den çalınan Samsat stelinin BM’de bulunduğu gerekçesiyle bunu engelledi. BM’nin steli 1927’de Suriye’den koleksiyonuna kattığını söylemesi de Türk yetkilileri etkilemedi. Topkapı Müzesi’ni yöneten İlber Ortaylı, “British Museum ortak girişimden anlamıyor. Katiyen işbirliğine yanaşmadılar” diyor.
Louvre’a ne gerek var?
Türkiye ’nin gözüne kestirdiği daha çok sayıda müze var. Yurtdışında aranan eserler listesine bakılırsa Kültür Bakanlığı, Louvre, Bergama, Londra’nın Victoria ve Albert, Lizbon’un Gulbenkian, Danimarka’nın David Samlings, Washington’daki Dumbarton Oaks, Cleveland Sanat Müzesi ve Getty’den de benzer taleplerde bulunuyor. Frankfurt, Floransa, Bulgaristan, İsviçre ve İskoçya’da polisin el koyduğu çalınmış antik eserler üzerinde de hak iddia edildi.
Müze yöneticilerinin buna tepkisi şok geçirmek oldu. Bazısı avukatlara başvurdu, bazısı da uzun dönemli ödünç vermenin sorunu çözeceğini umuyor, ancak Günay sadece süresiz ödünç vermeyle tatmin olacaklarını söylüyor. Bazısı da oyalama taktiği güderek Türk yetkililerin bezip işin peşini bırakabileceğini umuyor hâlâ.
Türkiye , davasının haklılığına inanmış vaziyette. Kendini haklı çıkarması, bir meydan okuma olduğu kadar romantik de. Almanya’dan Hattuşaş sfenksinin geri gelmesi için bizzat uğraşan Günay, sfenksi “Çorum’da gerçek vatanında” diye açıklıyor. Kültür Bakanı, “Dünyadaki tüm antik eserlerin eninde sonunda asıl vatanlarına geri dönmeleri gerektiğine inanıyorum. Bir anıtı köklerinden koparmak dünyanın dengesini bozar ve tarihe saygısızlıktır” diyor.
Fakat bu savlarda seçicilik var. Türk yetkililer, Osmanlı’nın asırlar boyu hükmettiği topraklarda yüzlerce objeyi vatanlarından zorla alıp götürdüğünü kabul etmeyi reddediyor. İskender’in Lahti’nin Lübnan’a geri verilip verilmeyeceği sorusunu, Günay duymazdan geliyor. Türkler, hazinelerinin kurtarılmasında yabancı müze ve arkeologların da rol oynadığını kabul etmek yerine kendilerini kültürel baskının kurbanları olarak resmetmekte kararlı.
Yabancı müze yöneticileri Türkiye ’deki muhataplarıyla ilişkilerini sürdürmek istiyor, lakin Günay’ın önerdiği gibi tüm antik eserler menşei ülkelere geri gönderilecekse, o zaman Metropolitan Müzesi, Louvre, British Museum gibi kurumlara ne lüzum var?
Türkiye ’nin kampanyasına içeriden güçlü destek var. Fakat net bir sözleşme olmadan elde edilmiş her objeyi çalınmış saymanın, dünyanın her yanındaki müzeleri alarma geçirmesi gerekir. (19 Mayıs 2012)
Kaynak: Radikal