Riyad'ın yerleşimlerin dondurulması karşılığında İsrail'le ilişki kurmayı kabul etmemesi, bir tek İsrail'i mutlu etmiş eski 'barış süreçleri'nin sonucu.

Barack Obama İsrail-Filistin ihtilafını çözmek için bastırmayı kafasına koyduğunda, ABD başkanıyla toprak ilhakından yana olan İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu arasında bir iradeler sınavı yaşanacağı belliydi.

Sözgelimi Arap Doğu Kudüs'te Filistinli aileler Yahudi ailelere yer açmak için evlerinden zorla tahliye edildi; Netanyahu daha önce de ABD'nin işgal altındaki topraklarda yerleşimci sayısını artırarak yürüttüğü sömürge siyasetini dondurması taleplerine kışkırtıcı yanıt vermişti.

Herkes gözünü ilk kırpanın kim olacağını görmeyi beklerken, Obama stratejisi başka bir cepheden saldırıya uğruyor.

Yoğun Amerikan diplomasisine rağmen, Washington'ın en yakın Arap müttefiki Suudi Arabistan, yerleşimlerin dondurulması karşılığı Araplardan taviz (sözgelimi Arap ülkelerinde İsrail ticaret bürolarının açılması) koparma çabalarını elinin tersiyle itti. Yerleşimlere yönelik bu tür bir karar karşısında Arapların İsrail'le ilişkileri aşamalı olarak 'normalleştirmesi' ve böylece barışa giden yolun açılmasına yardım etmesi mantıklı görünüyordu. Fakat barış sürecinde edindikleri tecrübe, Arapların büyük bölümünün meseleye böyle bakmamasına neden oluyor.

Suudi Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal, 'barışa yönelik, nihai sonucu baştan tanımlayan ve nihai statü meselelerinde (sınırlar, Kudüs, su, mülteciler ve güvenlik) müzakeleri başlatan kapsamlı yaklaşım' çağrısıyla yaygın hissiyatı yansıtıyor. Bu tutum sadece Riyad'ın kapsamlı bir barış planının (ki İsrail, Arap Birliği'nin böyle bir plana destek verdiği 2002'den beri reddiyeci bir tavır içinde) arkasında durmasından kaynaklanmıyor.

Nihai durağa yönelik hiçbir uzlaşma barındırmadığı ve aşırılıkçılara veto imkânı verdiği için başarısız olan Oslo gibi aşamacı süreçlerden de kaynaklanmıyor. Sebep, birçok Arap liderin 'savaşa hayır, barışa hayır' durumunu, tekellerini kaybetmemek için mazeret gibi kullanmasından da ibaret değil.

Barış sürecinin doruğuna çıktığı 1992-96 arasında İsrail barışı sonuca ulaştırmaksızın meyveleri topladı. İsrail'i tanıyan ülkeler iki katına (85'ten 161'e), ihracat iki katına ve yabancı yatırım altı katına çıktı. Bu dönemde işgal altındaki bölgelerde kişi başı gelir üçte birden fazla azalırken, yerleşimci sayısı yüzde 50 arttı. Araplar bunu unutmadı ve Obama onları tekrar o yola çıkarmak için yerleşimlerin dondurulmasından daha fazlasını koparmak zorunda.

Kaynak: Radikal