Müslümanların kendi dini referanslarından hareketle ve tarihi tecrübelerinin teyidi ve devamı mahiyetinde bir "sivil toplumları" olabilir mi? Bu son derece önemli bir sorudur. Bu sorunun cevabı, Müslüman aydın konusuyla da ilgilidir. Cevabı aramadan önce tarihsel olarak sivil toplumun ne olduğunu anlamakta fayda var.

      Sivil toplumun tamını yapmak zor,  Avrupalı bilim adamları ve sosyologlar farklı tanımlar yapmışlardır. Yine de şöyle bir tanımlama yapılabilir: Sivil toplum: Avrupa da teokratik ve mutlakıyetçi yönetime karşı burjuvazinin kendine açtığı alanın anlam bütünüdür. Bu alanda burjuvazinin kazandığı özerkliktir. Bugün için hükümet dışı, gönüllü ve özerk faaliyetin sürdüğü alana sivil toplum alanı deniyorsa da, burjuvazinin tarihte kendine açtığı bu alan seküler, yani din dışı bir alandır. Teknik anlamda hükümet dışı bir alana tekabül eder.

      Batı tarihinin kendine özgü gelişme şemasında burjuvazi, siyasal iktidar üzerinde inisiyatif elde edince teokrasiye karşı laikliği, mutlakıyetçiliğe karşı da demokrasi idealini öne çıkardı. Yine de demokrasinin ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından, başka bir ifadeyle faşizmin askeri bir yenilğiye uğratılmasından ve komünist dünya ile soğuk savaş dengesi üzerinde bir anlaşma zemini bulunmasından sonra gelişme gösterdiğini akıldan çıkarmamalıyız.

      Kendi sınıfsal çıkarları ve bu çıkarların meşruiyet çerçevesi durumunda kurmuş olduğu bu siyasal yönteme ve devlete biz bugün Modern Ulus devlet diyoruz. Ancak zaman içinde, yani Kilise ve Aristokrasinin tasfiyesine paralel olarak burjuvazi, hem politik topluma ve hem de sivil topluma kendi rengini vermiş oldu. Özellikle iletişim imkânlarının ortaya çıkması, gücün belli bir yerde temerküz etmesi, bürokrasinin çok güçlenerek öne çıkması, devletin bireyin ve toplumun alanına fazla müdahale edip kontrol altına alması sonucu yeni bir arayışa tanık oluyoruz. Buna kısaca "sivil alan" demek mümkün.

       Batı toplumlarının kendilerine özgü tarihi gelişmesi içinde ve aslında büyük bölümüyle bu tarihle bağlantılı olarak siyasal topluma karşı sivil toplum arayışı buna dayanır. Hemen şu hususun altını çizmek gerekir ki, bugünkü dünyada söz konusu sivil toplum arayışı tarihteki burjuvazinin sivil toplum arayışından farklılaşmış bulunmaktadır. Başka bir açıdan bireye ve topluma devletin müdahil olamadığı bir alana sivil alan denir. Aydınlanma ile yüceltilen "birey projesi"nin çökmesi sonucunda, şimdi insan, devletin müdahil olmadığı görece özerk ve özgür bir alan arayışı içindedir, zira onu insan ve şahsiyet sahibi kılan özgürlüğünün elinin altından kayıp gittiğini fiilen yaşamaktadır. Bunun gerçekleşmesi ne kadar mümkündür, ayrıca bunu da düşünmek ve tartışmak lazım.

       Elbette bütün bunların modernite ve modern devletle yakın ilişkisi vardır. Tarihte modern devletin üç versiyonundan söz etmek mümkün. Büyük Alman filozofu Hegel'i merkeze alarak söyleyecek olursak –ki Hegel felsefe kapısının kapandığını ilan etmişti-, Sağ Hegel'cilik faşizm, Sol Hegel'cilik komünizmdir. Orta Hegel'cilik de liberalizmdir. Bizim zihnimizi meşgul eden sivil toplum, liberal devletle ilişkili sivil toplumdur.  1990'lardan başlamak üzere, küreselleşmenin ideolojisi olarak liberalizm öne çıkmaktadır. Bu durumda cevabı aranması gereken yakıcı sorudur:

       Tarihte sivil toplum hangi ölçeklerde gerçekleşti ve özgürlük ne kadar mümkün oldu? Liberalizm, kendisi dışındaki bütün düşünce şekillerini 'özgürlük karşıtı' tanımlamaktadır. Fakat burada göz ardı edilen veya yeterince fark edilmeyen husus şu ki, liberal toplum doğası itibarı ile totaliter bir toplumdur. Faşizm ve komünizm gibi kaba yöntemler kullanmadığı için insanların bunu anlaması, farketmesi güçleşmektedir.