Geçenlerde Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, gayrı müslimlerin neden Ka'be'ye –Mescid-i Haram'a demek istiyor- giremediklerini sormuştu. Yeni Asya Gazetesi'nden Süleyman Kösmene, söz konusu yasağa mesnet teşkil eden 9/Tevbe, 28. ayetini ele alarak, aslında bu yasağın çağımızda sınırlandırılması gerektiğini, özellikle bazı iyi niyetli ve samimi Kitap ehlinden kimselerin tefekkür amaçlı Harem'e girebileceklerini yazdı (Yeni Asya, 15 Haziran 2011). Bu cevaptan hayli memnun olduğu anlaşılan Özkök, köşesinde artık gayrı müslim arkadaşını Ka'be'ye götürebileceğini yazdı (Hürriyet, 16 Haziran 2011).
Dışarıdan gelen her isteğe evet diyen, özellikle modern dünyanın baskıları altında "ne olsa gider" postmodern anlayışı benimsemiş gibi görünen ilahiyatçının ortalığı kapladığı bir dönemde bu konuyla ilgili görüşlerimi Dünya Bülteni'nin okurlarıyla paylaşmayı gerekli gördüm. Benim söz konusu ayetten, Efendimiz (s.a.)'in tatbikatından ve İslam tarihi boyunca süren telakki ve uygulamadan anladığım şudur.
Önce ayet-i kerimeye bakalım:
"Ey imân edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir".(9/Tevbe, 28.)
Tevbe suresinin 4. ayetinde müşriklerin neden Mescid-i Haram'a bir daha asla yaklaşmalarına izin verilmediği konusu anlatılır. Bu ayette ise müşriklerin temel vasfı olan "necaset" öne sürelerek söz konusu hüküm pekiştirilmektedir. Müfessirler, ayetin Mekke'nin fethinden sonra 9. veya 10. yılında indiği yolunda farklı iki görüşe sahip olmuşlarsa da, ayetin Hz. Ebu Bekir'in hac emiri tayin edildiği hac ziyareti sırasında indiğini söylemek mümkün. Bu böyledir çünkü, ayet indiğinde Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi devesine bindirerek Mekke'ye yollayıp bu hükmü Hz. Ebu Bekir, vali Attab bin Üseyid ve Mekke halkına bildirmesini emretmiştir. Hz. Ali de, hac sırasında Hz. Ebu Bekir'in hutbeyi okumasından sonra ayeti herkese okuyup hükmü tebliğ etmiştir.
Müşriklerle ilgili hüküm açıktır: "Necis" olmaları hasebiyle Mescid-i Haram'a giremezler. Necaset maddi ve manevi olmak üzere iki boyutludur. Allah'a şirk koşan bir insan bedenen temiz olabilir, ancak manen necis olma hali devam eder. O halde bedenen temiz olan –günde birkaç kez duş alan- bir müşrik, Tevhid inancına dönmedikçe necasetten kurtulamaz. Sahip olduğu temelsiz inançlar ve düşünceler, onun ruhunu ve zihnini kirletmiştir. Mescid-i Haram kutsal/kudsiyeti olan özel bir mekandır. Kutsal mekanın her türlü pislikten, kirlilikten uzak ve arınıdırılmış olması zarureti vardır. Bu çerçevede ele alındığında şirk izini üzerinde taşıyan kimse bu kutsal mekana giremez, çünkü hükmün illeti olan pislik müşriklerde bulunan bir özelliktir. Hürmet ise mukabil bir şekilde Mescid-i Harem'de bulunan temel bir özelliktir, bu ikisi (pislik ve hürmet) bir arada barınamaz.
Kurtubi Mescid-i Haram'ın bütün Harem bölgesi olduğunu söyler. Buna göre müşriklerin bu bölgeye girmelerine izin verilemez. Ata'nın görüşüne göre, onlardan bir elçi gelecek olsa, Müslümanların yöneticisi kendisi Harem'in dışına çıkar. Bir müşrik gizlice Harem'e girip orada ölecek olsa, kabri açılır, kemikleri bölgenin dışına çıkarılır.
İmam Malik, Ceziretü'l Arab'ın (Mekke, Medine, Yemame ve Yemen) tamamında İslam'ın dışında bir dine izin verilmez. İmam Şafii de aynı görüştedir, o Yemen'i istisna etmektedir. Müşrikler ve başka dinden olanlar bu bölgeden geçiş yapabilirler ancak
Bu hüküm, iki temel sorunu gündeme getirmektedir:
a) Şirk, kaba tabiri ve tarihsel formuyla sadece "puta tapıcılık" mı, yoksa Allah'ın indirdiği hükümlerin bir kısmını tanıyıp bir kısmını inkar etmek veya zamana göre geçerliliklerini kaybettiklerini öne sürmek mi? Kaba tabiriyle şirk, kendisine kutsallık atfedilen bir putun önünde eğilmek olarak ele alındığında, bu türden şirk yok denecek kadar azalmış bulunmaktadır. Hatta bu manasıyla şirkin Kur'an'ın indiği dönemdeki Mekke müşrikleriyle tarihsel bir inanç olduğunu dahi söylemek mümkün. Ama dini hükümleri sosyal ve kamusal hayatın dışına çıkarmak, dini soyut inançtan ibaret sayıp sadece vicdanlarda, özel hayatta yaşanabileceğini öne sürüp, hükümlerin toplumsal/kamusal boyutlarını reddetmek manasında ele alınırsa, şirkin evrensel bir kategori olduğunu söylemek mümkündür.
b) Yahudi ve Hıristiyanlar Kur'an-ı Kerim'in genel sıralamasında Kitap ehli olarak zikredilmektedirler. Pekiyi, onların Mescid-i Haram'a girmelerine izin verilebilir mi?
Ebu hanife'ye göre hüküm müşriklerle ilgilidir, Kitap ehli Yahudi ve Hıristiyanlar Harem'e girebilirler. Tabii ki, Ebu Hanife, bu hükmü verirken, Kur'an'ın açıkça bazı belli inançlarından dolayı "müşrik" olarak tavsif ettiği Kitap ehlini değil, daha çok 2/Bakara, 62. ayetinde "Allah'a ve ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulundukları için korkmayıp mahzun olmayacak" olanları kastettiğini göz önünde bulundurmak lazım. Nitekim bugüne kadar süren tarihi uygulama bu yönde olup, müşriklerin yanında Kitap ehlinden kimselerin bu kutsal bölgeye girmelerine izin verilmemiştir.
Kutsalın kesafet kazandığı Harem Bölgesi'nin tamamen inancı sahih Müslümanlara tashih edilmesinin anlaşılır sebepleri vardır. Mescidler ve elbette özellikle Mescid-i Harem Allah'ın imminin zikredildiği seçkin yerdir (24/Nur, 36). Bu kutsal mekan, necaseti temel özelliği olan birileri tarafından ihlal edilmemeli, çünkü kutsiyet saf temiz ve arı olma halidir. "Hayızlı veya cünub halde iken mescide giriş yasak iken" (İbn Mace, Tahare, 92), böylesine kutsal bir mekana necis birilirenin girmesine izin vermek nasıl mümkün olsun!
Ayetin indiği tarihsel ortamda müşriklerin Harem'e girmekten engellenmelerinin ekonomik ve ticari maliyeti vardı. Arap yarımadasının her yerinden burayı ziyarete gelenler aynı zamanda ticari hayatı da ayakta tutuyorlardı. Müşriklerin gelişinin yasaklanması ekonomik hayatı zaafa uğratacaktı. Muhtemelen bazı Müslümanlar bu yöndeki kaygılarını dile getirmişlerdi. Ayet-i kerime, Allah'ın gazlının geniş olduğunu hatırlatarak bu yönde bir kaygının yersizliğine işaret etmektedir. Allah bu hükmü koymuştur, ne yaptığını bizden daha bilir.