Türkiye’nin katı laikleri son gelişmeyi, Atatürk cumhuriyetinin utanç verici biçimde sona ermesi olarak görüyor. Utanca sebep olanlar içinse, demokrasi adına geri döndürülemez bir zafer. Öyle ya da böyle, Türk ordusunun üst kademesinin 29 Temmuz’daki toplu istifası, güç ilişkilerinde dramatik bir değişim anlamına geliyordu; muhafazakâr AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana, 9 yıldır yaşanan bir süreçti bu. Vaktiyle hikmetinden sual olunmayan ve 1960’tan bu yana dört hükümet deviren ordu, artık ipleri elinde tutmuyor.
İstifa eden Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanları erken emekliliklerini istedi; zira Koşaner’in ifadeleriyle, meslektaşlarının ‘haksız’ tutuklanması karşısında onlara ‘borçlu olduğu görevi sürdürmesi, kendisi için imkânsız’ hale gelmişti. Koşaner, darbe hazırlığı iddialarıyla yargılanan 250’ye yakın emekli ve muvazzaf subaydan söz ediyordu. Söylenenlere göre kavga, Koşaner’in darbe tezgâhladığı iddia edilen bazı subayların terfileri için bastırması üzerine patlak verdi. Başbakan Tayyip Erdoğan bunu reddetti. Jandarma komutanı Necdet Özel (ki kendisinin hükümetle iyi geçindiği söyleniyor), yeni genelkurmay başkanı olarak atandı. Alışılmadık biçimde Özel, NATO’da görev yapmamış bir subay.
Menderes’ten alınacak dersler
Yakın zamana dek bu mesele, ulusal bir krizi tetiklerdi. Artık öyle değil. Atatürk’ün müritleri sokaklara dökülmedi. Piyasalar altüst olmadı. İnsanların çoğu, olan biteni ilgisizce izledi. Birçokları için bu drama, generallerle AKP arasındaki uzatmalı mücadelenin son perdesini ifade ediyordu. İstanbul’un eski belediye başkanlarından biri olan Erdoğan, 1998’de milliyetçi bir şiirden kışkırtıcı sayılan bir dörtlük okuduğu için kısa süre hapis yatmıştı. 2002’de AKP iktidarı kazandığında, generaller ve müttefikleri Erdoğan’ın peşini bırakmadı. İddialara bakılırsa, camilerin bombalanmasını ve Hıristiyanların öldürülmesini de içeren darbe planları yaptılar. AKP’nin daha da popüler hale gelmesi üzerine savcılar, dini yönetim dayatmaya çalıştığına dair zayıf iddialar üzerinden partiyi kapatmayı denedi. Bu tür entrikalar, Erdoğan’ın popülerliğini arttırmaktan başka işe yaramadı. Haziran’da tutarlı bir ekonomik büyüme, demokratik reform ve büyüyen küresel prestij dalgasını arkasına alan AKP, yüzde 50’lik oy oranıyla üçüncü kez iktidara geldi.
Erdoğan, generallere göğüs geren ilk Türk başbakanı değil. 1950’de, ülkenin ilk çokpartili seçimlerinin ardından iktidara gelen Adnan Menderes’e, bir darbenin yaklaştığı uyarısı yapılmıştı. Menderes derhal 15 generali ve 150 albayı görevden almıştı. Erdoğan’a benzer biçimde o da dindar ve büyük oranda kırsal bölgede yaşayan Türklerin sesiydi. Rekor ekonomik büyümenin ve Türkiye’nin Müslüman komşularıyla ilişkilerini iyileştirmesinin karşılığında seçmenler, Menderes’e art arda üç kez iktidarı teslim etti. Ancak Menderes’ın akıbeti vahim oldu. Aşırı kibre kapılan başbakan, tekrar tekrar gündeme gelen darbe tehditlerine kulak asmadı. Fakat 1960’ta bir grup genç subay tarafından devrildi ve bir yıl sonra, uydurma ‘vatana ihanet’ iddialarıyla asıldı.
Erdoğan, generallere diklenmeye cesaret edenlerin nasıl bir sonla karşılaşabileceğinin hatırlatıcısı mahiyetinde, sık sık Menderes’ten söz ediyor. Benzer bir akıbeti yaşaması düşünülemez olsa da, Menderes’in hikâyesi başbakan için bazı dersler barındırıyor olabilir.
‘Tek parti hükümeti’ imajı
Erdoğan, seleflerinden hepsinden daha fazla reformu hayata geçirmesinden dolayı övülmekte. En büyük başarısı, generallerin kolunu kanadını kırmak olabilir. Ancak görünüşe göre, o da Menderes gibi gün geçtikçe buyurgan hale geliyor. Hükümet karşıtı gazeteciler, başbakanın gazabını üzerlerine çekmekten korkan medya patronları tarafından işten atılmaya devam ediyor. Büyük çoğunluğu Kürt olmak üzere, her cenahtan muhalife yönelik uzun tutukluluk süreleri, hükümetin adaletten ziyade göz korkutmayı amaçladığı suçlamalarını gündeme getiriyor. Amerika’nın St. Lawrence Üniversitesi tarihçilerinden Howard Eissenstat’a göre, AKP giderek ‘demokratik yoldan seçilmiş bir tek parti hükümeti’ görüntüsü veriyor.
Erdoğan için bu tür endişeleri gidermenin en garantili yolu, 1980’de iktidara el koyduktan sonra generaller tarafından yazılan mevcut anayasayı değiştirme vaadini yerine getirmesi. Fakat bu, uzlaşma gerektirecek. Haziran seçiminde AKP, anayasayı tek taraflı değiştirmesine yetecek sayıda vekillik elde edemedi. Ancak Erdoğan’ın muhalefetle, en azından Kürt yanlısı BDP’yle birlikte çalışmak istediğine dair işaretler var. BDP seçimden bu yana meclisi boykot ediyor, zira seçilen altı vekili hâlâ hapiste.
Başka bir kaygı daha var: Generalleri siyasetin dışında tutmak, bir zorunluluk. Peki ya ordu normal görevini nasıl yapacak? Amerika’nın eski Türkiye büyükelçisi ve George W. Bush döneminde Pentagon’un iki numaralı ismi olan Eric Edelman’a göre, muvazzaf generallerin ve amirallerin yüzde 12’sinin hapiste olduğu bir ortamda, ‘Türk ordusu, çökmüş ve başsız bir kurum olduğunun her tür işaretini veriyor’. Edelman, NATO’nun en büyük ikinci gücü konumundaki Türk ordusunun zayıf düşmesinin, ittifak ve Türkiye’nin bulunduğu bölge üzerindeki etkilerine dair endişelerini dile getiriyor. Siyasetin dışında duran bir ordu Türkiye için hayırlı; fakat zayıf bir ordunun bölgesel hevesleri açısından pek de hayırlı olduğu söylenemez. (6 Ağustos 2011)
Kaynak: Radikal