Tanzimat sonrasında gelişen siyasi ve edebi literatüre baktığımızda, Fransız ihtilalinin etkisiyle hürriyet kelimesinin öne çıktığını görüyoruz.  Kelime önce edebi eserlerde kullanılmaya başlandı. Küçük Kaynarca antlaşmasında, İtalyanca liberti kelimesi Türkçe metinde serbestlik olarak karşılandı. Serbesti Farsça’dan alınmıştı. Sonra “azad” kelimesi, daha sonra da “hürriyet” kelimesi literatüre girmiş oldu. Istılah Encümeni Fransa’dan geçen bir takım deyimleri Osmanlıca karşılamaya çalışıyordu. Mesela Liberti naturel, hürriyet-i tabiye, yani insanın fıtratında haiz olduğu zat-ı hürriyet, kişinin nefsinde ve fiillerinde kayıt altında olması hali. Liberti sivil, hürriyet-i medeniye, yani medeni sivil haklar şeklinde tercüme edildi. Bu haklar kanunla belirlenir ve korunur. Liberti politik, hürriyet-i siyasiye, yasaların oluşmasına katılmak. Hürriyet-i bedeniye, bedeni hareketlerde engelsiz tasarrufta bulunmak. Hürriyet-i tefekkür; fazilet ve hikmet, ahlak dışı bütün davranışlarda nefsi arındırmak. Hürriyet-i ihtiyari tercih; manevi hürriyet demektir ki, bu kelamcıların ihtiyarına tekabül eder.

Bilindiği üzere Latince’den batı dillerine geçmiş ‘freedum’ kelimesi var. Manası kişinin canının istediğini yapmasıdır. Rusça’da bunun karşılığı ‘valiya’dır. Bir romanda Vissarion Grigoryevich Belinsky şöyle tarif eder bu kelimeyi: “Bizim insanların özgürlükten anladıkları şey valiyadır. Valiya, onlar için suç işleyebilmek demektir. Özgürlüğüne kavuşmuş Rus halkı parlemantoya gitmek yerine, tavernaya koşar, içki içer, bardakları kırar ve temiz giyinen insanları asar”. Freedum veya valiya ele alındığında İslam bakış açısından, hukuki olarak suç, ahlaki bakımdan ahlaksızlık, din açısından cürüm ve günahı ifade ederler.

Batıda özgürlükle ilgili, özellikle son yüzyıllarda oluşmuş muazzam bir literatür söz konusudur. Ancak şu noktalar hayli önemli görünmektedir:

1) Batı’da özgürlük bireyden bağımsız değildir. Özgürlük insanın temel olarak ele alınması düşüncesidir. Eğer insan bireyse özgürdür. Bireyi burada iki anlamda kullanıyoruz: İlki, kendi ahlaki amacını kendi tayin eden merkezi insan. Bireye din, kilise, tanrı, kutsal kitap yön veremez. Kendi hayatının amacını kendisi çizer. Ancak bu sayede birey olunur. Başvurduğu tek şey kendi aklıdır. İkincisi, birey cemaatin, ailenin, sınıfın, bağlı olduğu organik birlikteliğin etkisinde kalmaması, kendini özerk ilan edebilmesi beklenir. İki anlamıyla da olsa bu çeşit özgürlük İslami açıdan kabul edilemez. Çünkü insan Allah’ın kuludur. Gerçek özgürlük insanın Allah’a kulluk yapmasıdır (1/Fatiha, 4). Varoluşunu, hayatının hikmetini vahiyden alır. Bir aile içinde gözünü açar, yakın akrabalarına karşı sorumludur (Sıla-i rahim), komşusunun üzerinde hakları vardır, sivil olarak bir cemaatin ve daha geniş kapsamda, evrensel anlamda İslam ümmetinin üyesidir. Ümmete aidiyet, evrensel İslam topluluğuna mecburi mensubiyeti ifade eder.

2) Özgürlüğün ortaya çıkışında kilise ve dini otorite önemli rol oynamıştır. Kiliseye karşı aklın eleştirel gücünün ortaya çıkması ve kamuoyu fikrinin (opinion) teşekkül etmesi özgürlük kavramının gelişmesinde kilometre taşı sayılır. Ortaçağ’de fikir ve bilgilerin, esas alınacak kanaat ve kararların referansı Kilise ve din otoritereleri iken, Aydınlanma’dan sonra “kamuoyu” aldı. Bu demokrasinin de temelini teşkil eder.

3) Mutlakiyetçi devlete karşı özgürlük talebinin kuvvetli bir biçimde ortaya çıkmış olması. Bu talebe kuvvetini sağlayan önemli faktör sınıfsal olmasıdır. Bunların arkasından siyasi, ekonomik ve sivil-medeni özgürlükler hukuki nitelikler ve anlamlar kazanmaya başlamışlardır.

Müslüman aydınlar ve siyasilerin kavramları ve anlam çerçevelerini kolayca Batı’dan ithal edebiliyorlar, ama bunların kelami bağlamlarını yeterince kale almıyorlar. Kanaatimce İslam kelamı açısından özgürlükler haklardan önce gelir. Zira özgürlükler hakların sebebidir. Mesela “Dinde zorlama yoktur”  (2/Bakara, 256) dediğimiz zaman, bundan “insan özgürce din seçebilir” anlamını çıkarıyoruz. Ayetin nüzul sebebi bu görüşü teyid ediyor. Kişi, Allah’ın emrine aykırı bir tutum ve fiil içinde olabilir, ancak böyle fiil içinde olması onun hakkı değildir, ona verilmiş olan özgürlüğün sonucudur. Allah insana, indirdiği emirlere tabi olarak ilahi iradeye teslim olmasını emretmiştir. Bu durumda insan nasıl Allah’ın emirlerine karşı çıkarak “haklar sahibi” olabilir? Belki onun yegane bir hakkından söz edilebilir, o da yaşama hakkıdır. Bu hakkını kullanarak özgürlüklerini kullanacak, doğru ile yanlış arasında seçim yaptıktan sonra hukuki bir statü ve ahirette konum sahibi olacaktır. Bu açıdan bakıldığında haklar ve özgürlükler arasında önemli bir fark ortaya çıkar. Kişi Allah’ın emirlerine karşı yaşarken hakkını değil, özgürlüğünü kullanıyor. Allah’ın varlığını inkar etmek, O’nun emirlerine karşı gelmek “bir hak” değil, “bir özgürlük”tür. Burada kesin olarak liberal hak ve özgürlük kavramlarından ayrılıyoruz. Belki bu anlamda gayri Müslimlerin, kendi dinlerine göre yasamaları bir hak değil özgürlüktür. Özgürlük dolayısıyla haklara sahiptirler. Özgürlüklere sahip olmaları haklara sahip olmadıkları anlamına gelmez, bu kombinezonda önemli olan önceliklerdir.

İkincisi, özgürlük köleliğin karşıtı iken, gerçek özgür kişi Allah’a kul olan ve nefsini denetleyebilen kişidir. Bu dini ve tarihsel anlamı göz önüne alındığında, bildiğimiz sebeplerle özgürlük kavramının yakın tarihte semantik bir değişime uğradığını görüyoruz. Kulun kullara kulluğu reddi ve insanın heva ve hevesine bağımlı yaşamaktan kurtulması hali özgürlüktür. Sufiler ve felsefeciler özgürlüğü hep bu şekilde anladılar. İnsan fiillerinden sorumlu bir varlık olarak bir takım özgürlüklere sahiptir. Bunlar siyasi, medeni, iktisadi ve kültürel özgürlüklerdir.