Mali ve ekonomik krizin belki de en önemli gelişmesi, teknokratların popülistlere karşı siyasi tartışmalar üzerindeki kontrollerini yitirmesi. Ekonomi sağlıklı ve zinde günlerine dönerse, muhtemelen öyle de olacak. Fakat ekonomilerin böyle bir dönüş gerçekleştirmemesi ihtimali yüksek. Öyle olursa da bir siyasi çalkantı döneminin bizi beklediği muhakkak.
Değişimin en gözle görülür olduğu yer, ABD. Çay Partisi’nin yükselişi, son 100 yılın hukuki ve anayasal pratiğinin temelinden yanlış olduğuna inanan vekilleri parlamentoya taşıyor. Seçmen, Washington’a Başkan Obama’nın sağlık reformları yanlış yolda olduğu için değil, anayasal olmadığı için itiraz edenleri gönderiyor. Yeni vekillerin birçoğu, eski ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in ‘New Deal’ adlı ekonomik paketini ve hatta gelir vergisini reddediyor.
Avrupa’nın hayalkırıklığı
Bunlar karşı devrimciler. Siyasete hâkim teknokratik seçkinlerin gücünü geriletmeye çabası içerisindeler. Hedefse, Amerikan Merkez Bankası olabilir. Reddedenler, hükümet kararıyla tedavüle sokulan para mefhumuna itiraz ediyor. Hem solda hem sağda, özel bankacılıkla mali krize karşı önlem sürecini idare eden federal hükümet arasındaki bağlantıya esaslı itirazlar var.
Avrupa’da da son yirmi yılın iki teknokratik ‘darbesine’ (euro ve liberal göç) yönelik bir karşı devrim söz konusu. Hâkim siyasi ve bürokratik seçkinler, her ikisini de vatandaşın çıkarına görüyordu. Vatandaşların çoğuysa aynı fikirde değil. Bu, Alman hükümetinin euro bölgesini çökmekten kurtarmak için ne gerekiyorsa yapma niyetini gizlemek için kıvranmasını açıklıyor. Avrupa entegrasyonuna ve ülke içi hoşgörüye bağlılıklarıyla bilinen Hollandalılar da liberal göç ve Avrupa ‘projesi’nden dolayı hayalkırıklığı içinde.
Japonya’da vaktiyle hikmetinden sual olunmaz Liberal Demokratik Parti’nin inişe geçmesiyse, pasif bir nüfusun tepesinde, iş dünyası, bürokrasi ve siyaset seçkinlerinden oluşan bir üçlü tarafından uygulanan iktidar sisteminin sonunu işaret ediyor. Sonuç belli değil. Fakat ülke, bir siyasi dönüşüm döneminde, zira savaş sonrası dirilişine hâkim olan yapılar zayıflıyor. Avrupa’dakine benzer bir süreç yaşanıyor: Savaş sonrası kesinlikler ortadan kalkarken, (bilhassa Almanya’da) ulusal kimlikler kendilerini tekrar dayatıyor. Uzun vadede başarısız seçkinler bertaraf ediliyor. Yüksek gelirli ülkelerde seçkinlerin son dönemdeki başarısızlıkları malum. Demokrasinin avantajı, başarısız olanları diğer sistemlerden daha çabuk ve şiddetsiz biçimde ıskartaya çıkarması. Seçmenler pekâlâ ciddi hatalar yapabiliyor. Fakat demokrasi, seçkinlere bir disiplin dayatıyor: Toplumu ne yaptıklarını bildikleri konusunda ikna etmek zorundalar. Son dönemdeki performans, bunu zorlaştırıyor. İnsanlar şikâyet ediyor. Seçkinlerin hem dinlenmesi hem cevap vermesi gerekiyor.
Mandarinler bile tedirgin
Öte yandan günümüzün yükselen gücü Çin’de, başarılı bir teknokrasi kuvvetli bir iktidara sahip görünüyor. Ülkenin başarısı, komünist mandarinlerin meşruiyetini pekiştiriyor. Ancak onlar bile konumlarını garanti göremiyor. İktidarlarını sürdürmenin hızla yükselen yaşam standartlarını sağlama yeteneklerine bağlı olduğunu biliyorlar. Halk zenginleştikçe, bu beklentiyi karşılamak daha da zorlaşacak. Gelişkin ve karmaşık bir modern toplumda teknokrasi, en nihayetinde yönetilenlerin rızasına dayanır. Olması gereken de budur. Seçkinler, geniş kitlelerin yanlış yaptığına inanıyor olabilir. Fakat görüşlerini görmezden gelmeleri de mümkün değil. (Başyazı, 4 Ocak 2010)
Kaynak: Radikal