Geçenlerde bir günlüğüne de olsa Katar’ı ziyaret ettik. Ailece bir taksiye bindik ve şoförden bizi gezdirmesini istirham ettik. Nepalli şoför hem bizi gezdiriyor hem de gezdiğimiz yerler hakkında bilgi veriyordu.
Gökdelenlerin yarıştırıldığı bir mıntıkaya götürdü bizi. “Burası diplomasi işlerinin yürütüldüğü merkez”, dedi. Çöl bir mıntıka üzerine kurulmuş. Sun’î olarak yeşillendirilmiş. Bölgeye hâkim tek unsur boyunu gökyüzünün derinliklerine uzatmış şâşaalı binalar.
Karşımdaki bu manzaraya bakarken gayrî ihtiyari olarak; “Sadakte Ya Rasulallah! Davar çobanları seni tasdik için yarışa girmişler”, deyiverdim.
Efendim, malum, Hz. Muhammed (s.a.v) Allah (C.C)’den aldığı ama Kur’an’a girmemiş özel bir bilgiyle, ki buna “vahiy ğayrî metlûv” diyoruz, kaos zamanında kıyâmetin küçük işâretleri bağlamında bir takım hâdiselerden bahseder. Bunlardan birisi de, “yalın ayaklı davar çobanlarının büyük bina yapımında yarışa girmeleri” haberidir.
İşte, Efendimizin kendisinden sonra kıyâmetin küçük alâmetleri bağlamında vuku bulacak olaylar sadedinde zikrettiği "tetavülü'l-bünyân" yani “büyük bina yarıştırmak” gördüğümüz bu vakayla birebir örtüşüyordu.
Bu haberi veren “Cibril Hadisi” meşhûrdur. Hem İslâm’ı özlü bir şekilde anlatması hem de yüzyıllardır ilim öğrencilerinin ezberlemesi için seçilmiş hadislerin arasında yer alması sebebiyle böyledir.
Hz. Ömer’den nakledilen bu rivayette; bir gün elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adamın Hz. Peygamber (s.a.v) ve ashabının yanına geldiğini öğreniyoruz. Üzerinde yolculuğa dair hiçbir alâmet bulunmayan bu zatın sahabe tarafından da tanınmadığını, Efendimizin önünde diz çöküp, önce; “İslâm nedir?”, sonra da “İman ve İhsan nedir?” sorularını sorup cevabını aldıktan sonra da, “Bana kıyâmetin ne zaman kopacağı hakkında bilgi ver” dediğini biliyoruz.
Hadisin bu kısmı şöyledir:
Efendimiz: "Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla birşey bilmez!" karşılığını verir.
Bunun üzerine yabancı: "Öyleyse kıyâmetin alâmetlerlerinden haber ver!" der. Hz. Peygamber (s.a.v) de şu açıklamayı yapar:"Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını gördüğünde." der.
Bu söz üzerine yabancı çıkar gider.
Hz. Ömer, “Ben epeyce bir müddet kaldım. Hz. Peygamber (s.a.v): “Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben de: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir" deyince şu açıklamayı yaptı, der:
"Bu, Cebrail aleyhisselâmdı. Size dininizi öğretmeye geldi." (Müslim: 1/37, hn:8)
Kezâ bir diğer rivayette de "binâlar sivrilince" kıyâmetin beklenmesi gerektiğini söyler Efendimiz.
Katar’daki gökdelen faciasının bana hatırlattığı bu hadisi Kuala Lumpur’daki sivri “İkiz Kuleler” de çok anımsatmıştır. Daha Katar ziyaretimizin üzerinden birkaç gün geçmemişti ki haber7.com sitesinde konuyla ilgili başka bir haberle karşılaştım.
Haberin başlığı aynen şöyle idi: “Dünyanın en yüksek kulesi Dubai'de”.
Bu başlığın altında da şu bilgiler yer alıyordu:
“Dubai ve Tayvan ilginç bir rekabet içinde. Halihazırda dünyanın en yüksek kulesi Tayvan'daki “Taipei 101” olmasına rağmen, Dubai'de inşaatı süren “Dubai Burcu”, 512.1 metreyi geçti.
Dubai'de inşa edilen kule, 512,10 metre yüksekliğe erişerek dünyanın en yüksek kulesi oldu. "Dubai Burcu" adlı kule, Tayvan'ın başkenti Taipei'de dünyanın en yüksek binası olarak gösterilen "Taipei 101"i şimdiden 4 metre geçti. Kulenin yapımına 2004 başında başlanmıştı. İnşaat seneye tamamlanacak. Bina şimdiden 141 kat yükselmiş bulunuyor. Kulenin kaç kat olacağı açıklanmıyor. "Dubai Burcu", 20 milyar dolarlık devasa bir proje kapsamında inşa ediliyor. Proje çerçevesinde 30 bin konut ve dünyanın en büyük ticaret merkezi inşa ediliyor.!”
Fazla değil, 50-60 sene önce Katar, Dubai, Kuveyt, Bahreyn gibi Körfez ülkelerinde insanlar genel manada çadırlarda yaşıyorlardı. Çöl şartlarında hayvancılıkla iştigal ediyorlardı. Petrol ve doğal gaz bu bölgenin kaderini değiştirdi.
Efendimizin, “Yalın ayak, üstü çıplak davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını gördüğünde” dediği kıyâmet alâmeti böylece tahakkuk etmiştir.
İşin kınamaya dönük yönü ise, "tetavülü'l-bünyân"ın kibir, tefâhür, böbürlenme, imaj çılgınlığı gibi dünyavîleşme yarışmasına dönüşmesine taalluk etmesindendir.
Ayrıca gökdelenler, insanı tabiattan kopartıp beton yığını içine gömen, orada yalnızlaştıran ve insan ruhunu ezen gayritabiî yönüyle de hoş karşılanmamıştır.
Ve ne yazık ki, kimi müslümanların da bu binalarla başı göğe değmekte, birşeyler yaptık sanmaktalar.
Hem kurucu aklı bize ait olmayan hem de bizim medeniyetimizin ürünü olmayan binalarla övünmekte ne oluyor, anlamış değilim.