Modernitenin ürettiği "seküler bilimsel dünya görüşü"ne göre, insan, yularını bilimsel hakikatlerin (!) eline verdiğinde bütün korkularından âzade olacaktı.
Buna göre "korku" cehâletin ve insanın kendi eliyle ürettiği vehimlerin ürünüydü. Bilimin hâkim olduğu bir dünyada bunlara yer olmayacağına göre korkunun olmadığı bir dünya insanı beklemekteydi.
Tüm korkular bertaraf edilecekti. Buna korkuların anası "tanrı korkusu" da dâhil. Zira tanrı korkusu insanın zindanıydı. Bilimsel verilerle şekillenecek hayat tarzının önündeki en büyük engeldi. Bilimsellik adına bilim dışı bir beklentiydi bu. İnsan doğasına aykırı olduğu kadar modern dünya gerçeklerine de aykırı bu varsayım.
Tanrı korkusundan âzade olan "modern insan" bu korkusunu yenmesine yendi, ama, sonuçta korkular vâdisine yuvarlandı. Tanrı'dan korkmuyor, lâkin geleceğine dâir nerdeyse her şeyden korkuyor; gelecek meçhul olduğundan meçhul olan her şey onu ürpertiyor.
Borsadaki negatif bir hareketlilik ödünü kopartıyor onun. Kendisi ya da sevdiklerinin başına bir kaza gelebilir korkusuyla yaşıyor, mümkün mertebede korumak istediklerine sigorta yaptırıyor. Dış dünya tehlikelerle dolu: Hastanede, dişçide ve hatta berberde bile ölümcül virüsler kapabilme ihtimali huzurunu kaçırıyor.
Savaşlar, ekonomik krizler, doğal âfetler, normal akışı içindeki hayatın barındırdığı trafik kazası gibi türlü sürprizler hep endişe kaynağı.
Bilimsel dünya görüşü korkusuz bir hayatı vadetmişti, ama, tanrı korkusundan mustağni "modern insan" korkular cenderesine mahkum olmaktan kurtulamadı. Korkuları yok etmenin yolunun "tanrı korkusu"ndan geçtiğini, bu olmadan tek korkunun kesrete dönüşeceğini anlayamadı. Tanrı korkusunu hep negatif anlamlandırdı.
Meseleye İslâmî perspektiften yaklaştığımızda, dinin öngördüğü "korku"nun anlaşılmadığı âşikâr. Kur'an'da havf, haşyet, rahbe ve takvâ kelimeleriyle ifadelendirilmiş "korku"nun ne büyük bir imkân olduğu da böylelikle ıskalanmış olundu.
Bu kavramların vurgulandığı âyetlerde Allah'tan, Kıyâmet Günü'nden ve Cehennem azabından korkulmaya dâvet edilmiştir insan. Ama sadece korkuya dâvet edilmemiştir. Zira insan tek korku kanadıyla yükselemez. Korku kanadını dengeleyen, destekleyen ikinci bir kanata muhtaçtır, o da "ümit kanadı"dır.
İslâmî literatürde buna "beynel havf ve'r-ecâ" denir; korku ve ümit arasında bulunma durumu. Havf korku iken recâ ise ümit mânasındadır ve bu iki hâl ile insan dengeli bir hayat kurabilir.
Korku hâli ümit hâliyle, ümit hâli ise korku hâliyle dengelenmiştir. Böylece "korku"nun insanı ye'se düşürmesine izin verilmemiş, ümit besleme ise günahlara, hak ve hukuku gözetmemeye sevketmesin diye "korku" ile dengelenmiştir.
"Onlar korkuyla ve ümitle Rablerine dua ederler." (Secde: 16)
Allah'tan saygı ve sevgi ile korkmak gerektiği kadar O'ndan umut kesmemek de gerekmektedir.
"De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!". (Zümer: 53)
Havf, insanı takvaya, o da ihsan mertebesine taşır. İhsan ise Efendimizin (s.a.v) Cibril hadisinde buyurduğu gibi; "Allah'ı görüyormuş gibi teslimiyet ve kulluk bilincidir. Eğer bunu başarmıyorsa Allah'ın onu gördüğü ve gözetlediğini bilmek ve hissetmektir." (Müslim: 1/37, hn:8)
Bu korkunun, bu şuurun insana ne büyük imkânlar sunduğu Mekke'de Aziz Peygamberin etrafında toplanmış bir avuç yârenin bir insan ömrüne sığacak zaman diliminde devletler muvâzenesinde elde ettikleri konumla, insanların fevc fevc İslâm'ın mesajına koşmasıyla ortaya konmuş bir hakikattir.
"Beynel havf ve'r-ecâ" şuuru insana kendi arzu ve isteklerine karşı direnmeyi ve bunları sınırlamayı öğrettiği gibi, dış dünyadan gelen her türlü haksızlığa ve zulme de direnmeyi gerekli kılmıştır.
İnsanı çevreleyen dış dünyadan korkmamanın yolu bir tek korkudan geçer, o da ümitle dengelenmiştir. Allah'tan korkan, hiçbir şeyden korkmaz, Allah'tan korkmayan ise her şeyden korkar.
Bu bilinci kişiliğine yedirmiş inananlar arasında "başına vur ekmeğini elinden al" vâri sindirilmiş, kişiliği yok edilmiş tipe rastlamak mümkün değildir. Sorun karşısında kaçmayı değil sabretmeyi, yani direnmeyi öğretir ve insanı buna göre terbiye eder...
Bu bağlamda denebilir ki, seküler bilimsel dünya görüşü tanrıdan korkmamaya dâvetle insanın direnç noktalarını zayıflatırken "beynel havf ve'r-ecâ" eksenli dinî korku ise onun direnç merkezlerini güçlendirir, ona, hayata tutunması için gerekli yol azığını tedarik eder, her zorluğun kendi içinde yeni imkânlar barındırdığını görme fırsatı verir. Huzurlu bir hayat ancak bu güzergâhtan geçer.
Kaynak: Vakit