Değişim ve dönüşüm sürecinin çok hızlı olduğu çağımızda; ekonomiden siyasete, bireysel hayattan insan toplum ilişkisine varana kadar köklü ve yakıcı sorunlar yaşanıyor. Sosyolojik bir gerçektir, bir yerde sorunlar artarsa ona paralel olarak mutlaka çözüm arayışları da artar.
 
 
Tabiî olarak çözüm arayışındaki insanların bakışları, insan hayatına dair sorunları çözme iddiasındaki biribirinden farklı "dünya görüşleri"ne yönelir. Dünya görüşlerini de bu bağlamda iki katagoride toplayabileceğimizi düşünüyorum: "Dinî dünya görüşleri" ve "seküler dünya görüşleri" diye.
Bakışların yöneldiği dinî dünya görüşlerinin başında da tartışmasız olarak "İslâm Dini" geliyor. Soruyorlar: "İslâm'ın çağdaş sorunlara yönelik bir 'çözümler paketi' var mıdır?" Zaman zaman tek başlık altında genel olarak sorulan bu soru, zaman zaman da zikredilen en girift soruna endekslenmiş olarak sorulur.
Bu sorular küresel ısınmadan yeryüzündeki fakirliğin giderilmesine, siyasi kavgalardan ekonomik hayata ve hatta her geçen gün artan ahlâkî sorunlara dair binbir kılıkta önünüze konur. "Buyurun, çözün!", denir.
Zor bir durum. Çünkü bu dinin müntesipleri terörle, aşırı gitmekle, şiddetle, ötekini tanımamakla, toplumlar arası nefreti körüklemekle suçlanıp nefsi müdafaaya itilecek. Bu dinin temsilcileri terörize edilerek sindirilmeye çalışılacak. Sonra da kol bükmenin başka bir uslûbu olarak, buyurun bu sorunları çözün diye meydan okuyacaklar!
Bu madalyonun bir yüzü. İyi niyetin esâmisi yoktur burada. Bu yüzde sadece İslâm merkezli hayat projeleri gerçekleştirmek isteyen dindarların söylemini, "içi boş sloganlar"la itham gayreti vardır. Amaç, onların iddialarını açığa düşürmektir.
Ama madalyonun öteki yüzünde ise samimi arayışlar var. Müslüman olsun gayrimüslim olsun insanlar, beşer cinsinin karşı karşıya kaldığı sorunlara dair İslâmî çözümleri merak ediyorlar. Bu dinin yaşanan sorunları hakikaten çözmeye muktedir olup olmadığını görmek istiyorlar. En azından teorik bağlamda bu böyle. Şahsen bu ikincisinin önemsenmesi gerektiğine inanıyorum.
Hele hele birçok İslâmî hareket toplum önüne; "Çözüm İslâm'dadır" (Elhallu fil İslâm) sloganıyla çıkmışken. İslâm'ın Allah (C.C)'nün gönderdiği son din olduğuna, tahrif edilmediğine, ilâhî koruma altında olduğuna, kıyamete kadar da mesajının geçerli olduğuna her Müslüman inanır. Bu da, açıkca, İslâm'ın insanoğlunun sorunlarını çözmeye en lâyık adres olduğu iddiasıdır. Kuvveden fiile geçmesi gereken bir iddia.
Ama, bu zeminde çok dikkatli olunmalıdır, zira mayınlı bir bölgeye girmek üzereyiz. Çözüm üretmek, "Min ehlihi ve fi mahallihi" fehvasınca, ehli tarafından ve yerinde olmak kaydıyla. Bu da başka bir yazının konusu.
Her şeyden önce şunun altı iyi çizilmelidir: Çağa egemen dünya görüşlerinin, birkaç ististanî durumu saymaz isek eğer, tümü seküler sistemlerdir. Malum olduğu üzere, "modern sistemler" dinî dünya görüşlerini yaşanan canlı hayattan tasfiye ederek işe başlamıştır. Vakadaki sorunlar ise önemli ölçüde din dışı modern sistemlerin ürettiği sorunlardır.
Bu tartışmada sistem meselesi önemli. Zira sistem değiştiği zaman sorunların şekli de değişir. Çünkü her sistem kendi sorunlarını üretir. Sorun üretmeyen bir sistem de yoktur dünyada. İlâhî vahye dayanan sistem de olsa, sonuçta hayata beşer eliyle tatbik edileceğinden, beşer müdahalesinin sonucu olarak bazı alanlarda sorunlar meydana gelecektir. Her sistem kendi sorunlarını üretir ve ürettiği sorunlara yine kendi perspektifinden çözümler sunmaya çalışır..
Durum böyle olduğuna göre; "İslâm, kendi sisteminin üretmediği problemleri çözmek zorunda mıdır?" Hayatı kendi öğretilerine göre kurgulamadan başka sistemlerin ürettiği sorunları dindarların çözmesini beklemek haksızlık değil midir? soruları meşruiyet kazanır. Ama bu meşru zeminin sunduğu gerekçeye yaslanarak, Müslümanlar çağın sorunlarına bigâne kalamazlar.
Sorunlara bigâne kalmak hem Müslüman aklını tembelleştirir hem de zamanla iddiasını kaybetmesine yol açar. Sistemi kurmadan kalıcı çözümler üretmenin zorluğuyla, sorunlara kayıtsız kalmanın arasında ezilmemek için de şu gerçeği baştan kabullenmek gerekir:
İslâmî olmayan sistemlerde dindarların çözümleri, Müslümanca kalmanın geçici çözümleri mahiyetindedir. En azından büyük bölümü böyledir. Geçici çözüm arayışları tabiî ki küçümsenemez. Zira, köklü çözümlere giden yol buradan geçer.
Vahyin nâzil olduğu ilk dönemlerde bazı hükümlerin "tedricen" sabit kılınması da geçici çözümler mahiyetinde değil miydi? Bu bağlamda detaya dair söylenecek çok şey var, ama, önemli olan özde bir fikir birlikteliğini yakalayabilmektir. Geçici çözümleri de hiçbir zaman kalıcı çözümler diye içselleştirme hatasına düşmemek gerek.
 
Kaynak: Vakit