Pekin Şincan'daki patlamayı rahatça dizginleyebilir, ancak hükümetin en önemli ulusal değer saydığı uyum tehlikede. Tibetliler ve Uygurlar ayrımcılığa maruz kalırken gösterileri bastırmakla yetinip sebeplerini ortadan kaldırmamak bu uyumun ve dolayısıyla rejimin çökmesine yol açabilir

Şu sıralamadaki tuhaflığı bulunuz: Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Şincan. Sovyetler Birliği dağılıp Orta Asya cumhuriyetleri doğduğundan bu yana, Çin'in Şincan Özerk Bölgesi diye bilinen büyükçe bir parçası harita üzerinde bir anormallik görüntüsü veriyor. Şu an bölgenin 20 milyonluk nüfusunun yarısından biraz azını teşkil eden Türk kökenli Müslümanlar için 'Uyguristan' ismi asla bir ihtimal olmadı. Fakat Pekin'deki Komünist Parti yetkilileri buna rağmen İslami aşırılıkcılık ve ayrılıkçılık bağlantılarından derin endişe duyuyor.

Şincan'ın başkenti Urumçi'de bu hafta meydana gelen şiddetli etnik ayaklanmalar 150'den fazla insanın canına mal oldu ve rejimin istikrarı korumak adına neler yapabileceğini bir kez daha gösterdi.

Batı Uygurlara az ilgi gösteriyor
1989'daki Tiananmen Meydanı protestolarını sona erdiren katliamdan beri Çin'de gerçekleşen bu en kanlı olaylar Çin Devlet Başkanı Hu Jintao'yu zor durumda bırakmış olmalı ki, İtalya'daki G8 zirvesinden kaytardı.
Bu şaşırtıcı değil. Pekin'den hayli uzakta olsa da, Şincan'daki kargaşa gerek hükümetin gerekse yabancı yatırımcıların Çin hakkındaki temel yargılarına (sözgelimi Çin vatandaşlarının
ekonomik ilerleme ve zenginlik için gereken siyasi olgunlukla adalet duygusunu sergilemeye hazır olması; din ve etnik milliyetçilik gibi akıldışı güçlerin, toplumun yumuşak teknokratik dönüşümüne imkân verecek şekilde bastırılabilen birer sapma sayılması gibi) yönelik soru işaretleri yarattı.
Uygurların durumu Tibetlilerden çok farklı değil: Adaletsizlik had safhada. Geçen yıl Tibet'in başkenti Lhasa'da gerçekleşen Çin karşıtı ayaklanmalar gibi, Urumçi'deki vahşet de modernleşmenin Çin hâkimiyetine karşı öfkeyi her zaman yatıştırmadığını gösteriyor. Hem Uygurlar hem de Tibetliler için ekonomik kalkınma, Çin nüfusunun yüzde 92'sini oluşturan Han kökenlilerin göçünden ayrı tutulabilir bir mesele değil.
Fakat iki azınlık da Pekin rejimi için çok farklı sorunları temsil ediyor.
Uygurlar Batı'nın dikkatini hiçbir zaman Tibetliler gibi çekemedi. Kutsal Dalay Lama Nobel Barış Ödülü'nü kazanır ve Hollywood yıldızlarıyla dostluklar kurarken, İslam dünyası dışında pek az çevre Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti'nin sürgündeki lideri İsa Yusuf Alptekin'in 1995'te öldüğünü veya hareketin yeni lideri olan Uygur işkadını Rabia Kadir'in ismini duydu. Çinliler de yabancıları, Şincan'daki protestoların cihatçı terörizmle ilişkili olduğuna ikna etmeyi becermiş: Pakistan ve Afganistan'daki Taliban'la bağlantılar var ve neredeyse iki düzine Uygur Guantanamo'da zaman geçirdi.
Her ne kadar Tibet manşetleri daha fazla işgal etse de, muhtemelen Uygurlar Pekin'deki rejim için daha büyük bir tehdit oluşturuyor. 1990'da Şincan'ın Kaşgar kenti civarında patlak veren bir isyan sertçe ezildi; 1997'de bağımsızlık yanlısı protestolar oluk oluk kan dökülmesine yol açtı ve geçen yıl çeşitli terör saldırıları düzenlendi (bunlardan birinde Kaşgar'da 17 polis öldü). Uygurların öfkesi, sadece Çin'deki değil (Çin'de Suudi Arabistan'dan daha fazla Müslüman yaşıyor), İslam dünyasının dört bir köşesindeki Müslüman duyarlılığını ateşleyecek potansiyele sahip.
İsyancıların terörist olmadığı belliydi, bu yüzden Çin bu kez Kadir'i günah keçisi haline getirmeye çalıştı. Fakat bu ayaklanmanın planlandığı iddiası gerçekdışı görünüyor.
Urumçi sokaklarında açığa çıkan bastırılmış öfke kaotikti ve bir oyuncak fabrikasında çalışan en az iki Uygur işçinin yanlışlıkla tecavüzle suçlanıp öldürülmesi üzerine patlak vermişti. Şincan'daki şiddet her iki tarafta da acımasız, ırkçı nitelikler taşıyordu ve Han Çinlileri de zarar gördü.
Çatışma kendi içinde yeterince çirkindi, fakat altındaki nedenler Pekin'i daha da fazla kaygılandırmalı. Birçok Uygur ülkesinin, geleneklerinin ve dininin on yıllardır süren Han göçüyle hiçe sayıldığına inanıyor; Şincan'daki Uygurların oranı 1949'da yaklaşık yüzde 75'ken, bugün yüzde 45'e gerilemiş durumda. Devlet görevlerinde yükselmeleri ihtimali çok daha az ve birçoğu Han Çinlilerinin iş hayatında da kayırıldığını düşünüyor. Hor görülmekten, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmekten bıkmış haldeler. Tibetliler gibi Uygurlar da sömürgeleştirildiklerini hissediyor, zira Şincan'ın doğal kaynaklarının (bölge petrol ve doğalgazdan yana zengin) nimetlerinden zengin kıyı bölgeleri faydalanıyor. Öte yandan bazı Han Çinliler Uygurları nankör ve geri kalmış olarak görüyor, devletin daha fazla çocuğa izin vermek gibi imtiyaz tanıyan politikalarıyla şımartıldıklarına inanıyor.

Sansür olayları kışkırtıyor
Bu önyargılar Çin'in bir diğer kusuruyla besleniyor: Gizlilik ve sansür alışkanlığı. Yalanlar ve yarım yamalak doğrular hızlı yayılıyor. Çirkin dedikodulardan müteşekkil bir tercihle karşı karşıya kalan birçok insan (oyuncak fabrikası vakasında olduğu gibi) en çirkin olanına inanmaya eğilim gösteriyor. Göründüğü kadarıyla Çin en azından geçen yıl Lhasa'da baş gösteren olaylardan bir ders çıkarmış: Masum Han Çinlilerine yönelik Tibet kökenli şiddet basında, Çin'in baskıcı tepkisinden daha az yer bulmuştu. Bu kez Çin yabancı gazete-
cilerin Urumçi'ye girmesine izin verdi.
Bu bir yana, Çin'in Uygur ayaklanmasına verdiği karşılık gayet bildik. Askeri birlikleri bölgeye yığdı, yüzlerce insanı tutuklayıp demir parmaklıklar ardına koydu. Geçmişteki gibi olursa, bu insanların birçoğu
aylarca tutuklu kalacak, bazıları yargılanacak ve idam cezasına çarptırılacak. Çin ülke içinde ve dışındaki kötücül bir azınlığı suçlayacak. Bu patlamanın ardındaki rahatsızlıkları bırakın gidermeyi, kabul etmek için bile hiçbir çaba göstermeyecek. Tibet ve Şincan, sanki asi birer sömürgeymiş gibi zapturapt altına alınacak.

Hıristiyanlar da baskı altında
Peki bunu böyle sürdürmek mümkün mü? Çin hükümetinin özgürlük pahasına büyüme önerisini kabul etmeyen gruplar Tibetliler ve Uygurlardan ibaret kalmayabilir. Yasaklı Falun Gong (Yasanın Çarkı) hareketi bilinmeyen sayıda taraftara sahip; inançlarını özgürce hayata geçiremeyen on milyonlarca Hıristiyan var ve sayıları muhtemelen 75 milyon Komünist Parti üyesinden fazla; yerel otoritenin toprak gasplarının kurbanı olan çiftçiler var; ve ebeveynlerinden farklı olarak ekonomik refahı hep böyleymiş gibi gören, özgürlüklerine yönelik kısıtlamalardan rahatsız olan çok sayıda genç var.
Pekin baskıya başvurarak Şincan'daki patlamayı kolayca dizginleyebilir. Yabancı düşmanı propagandasına rağmen Halk Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğü tehlikede falan da değil. Fakat en az bunun kadar önemli, fakat tehlikede olan husus, hükümetin Çin'in en büyük ulusal değeri saydığı uyum. Rejim o uyumun yokluğunda ayakta kalmakta zorlandığını görecektir.

 

Radikal