Başkan Obama muhaliflerinden yana şanslı özellikle de söz konusu olan Amerika’nın Ortadoğu’daki nüfuzunun niçin azaldığını izah etmek olduğunda. Mitt Romney’in Chris Stevens’ın ölümünden ve Bingazi konsolosluğunun yanmasından Amerikan yönetimini sorumlu tutma amaçlı baştan savma girişimi saymazsak bu mesele seçimlerde gündeme gelmedi.
Romney, Obama’nın “Amerika için özür dilediğini” ve Amerikan gücünü ileri süremediğini söyleyerek ona saldırdığı bu ilk pozisyondan bir süre sonra çekildi. Amerikan seçmenlerinin Ortadoğu’da başka bir savaş istemediklerini kabul etti. Romney, vatanperver davulları çok gürültülü çalarak, Amerika’yı Irak ve Afganistan’da başarısız savaşlara sürükleyen Cumhuriyetçileri hatırlayan seçmenleri tehlikeye atıyordu. Romney, hakkında hiçbir şey bilmediği başlıklarda savunmasız kalacağını da hissetmiş olabilir.
Seçim kampanyası sırasında etkili bir eleştiriden muaf kalması, Obama’nın daha önce başarıyla cebelleşemediği bölgede tehlikelerle karşı karşıya olmadığı anlamına gelmiyor.
Afganistan iyi bir örnektir. Obama’nın başkan olduğu 2009 yılında Beyaz Saray’ı meşgul eden güç takviyesi (surge) 33.000 askerin Afganistan’a gönderilmesine neden oldu; Taliban’ı yok etmeyi başaramadılar. Geriye kalan 112.000 kişilik Nato ordusu 2014 sonuna kadar çekilecek ve Amerikan tarihindeki en verimsiz savaş sona erecek. Amerika ve müttefikleri, kendilerinin yerini alması için Afgan güvenlik kuvvetlerini eğitecekler fakat Afgan askerleri ve polisleri tarafından o kadar çok Amerikalı ve İngiliz asker öldürüldü ki bu geçiş bir bozguna dönüyor.
Eğer Amerika, Taliban üzerinde askeri galibiyet türünden bir şey başaracaksa, isyancıların güvenli bir üs buldukları Pakistan’la olan sınırı kapatmalıdır. Washington bu sorunu kabul ediyor ancak bunu çözecek etkili bir şey de yapamadı. Hamid Karzai rejimi 2014’ten sonra Amerika ve İngiliz askerlerinin bırakacağı boşluğu Taliban ve diğer oyuncuların doldurmak üzere harekete geçmeleriyle birlikte ayakta kalmakta zorlanacak.
Afganistan, Irak ve Libya’da olanlara bakınca, güç dengesini Beşşar Esad aleyhine çevirmek için Amerika’nın Suriye’deki iç savaşa dahlini artırması gerektiğini söyleyen alarm seslerinin olması tuhaftır. Birçok eleştirmen bunun niçin kötü bir fikir olduğunun sebeplerini anlattılar ama iki önemli noktaya pek değinilmedi. Birincisi, yönetim karşıtı milislerin doğası hakkındadır: İster Suriye, Lübnan, Irak’ta isterse Libya ve Çeçenya’da olsun, milisler özgürlük ve demokrasi için yola koyulmuş kahramanlar olabilirler başta fakat para ödenmeyen milisler, katı kurallarla sınırlanmadıkları takdirde, savaş ağlarına veya suç çetelerine dönmekte ve halkı sömürmektedirler (…)
İkinci noktaya değinen pek olmadı. Esad yönetiminin düştüğünü, bunun İran için hasar verici bir darbe olduğunu, bir Arap müttefikinden mahrum kaldığını varsayın. Lübnan’daki Şii gerillanın, Hizbullah’ın da zayıflaması anlamına gelir bu. Her ikisi de vuku bulabilir. Fakat Esad rejiminin ardından Suriye’ye genel bir anarşi gelecek yahut en iyi halde zayıf bir hükümet bulunacaktır. Irak ve Lübnan tecrübesinin izinden giden İranlılar ve Hizbullah, bulanık suda avlanma konusunda Amerika’dan daha iyiler. Karmaşık durumlar, kendi sinsi siyasi oyunlarını oynayan İranlıların sömürmesi için idealdirler.
İsrail, Amerika’yı kafesleyip İran’a saldırtabilir mi? İsraillilerin blöf yapmalarının muhtemel olduğunu düşünmüşümdür hep. Sonsuza dek İran’a saldırma eşiğinde olmak onlara uygundur; böylelikle bu savaşı önlemek isteyen dünyada epey bir kaldıraç güçleri oluyor. İsrail tehditleri, İran’a karşı yıkıcı müeyyidelere yol açtı, bir mesele olarak Filistinlileri marjinalleştirdi. Fakat fiili bir saldırının kazandıracağı pek bir şey yok ve muhtemelen İran’ın nükleer silah imâl etmesiyle neticelenecektir. Böylesi bir savaşı İsrail Genelkurmay başkanı ve Mossad şefinin nasıl da önlediği hakkındaki hikâyeler, İsrail’e saldırı tehdidini daha bir muteber kılarak Benjamin Netanyahu’nun amaçlarına hizmet etmektedir.
Ortadoğu ve Batı Asya şu an ABD ve diğer dış güçlerin uzakta durmaları gereken yerler. Libya, nelerin yanlış gidebileceği hakkındaki son örnektir. Washington birkaç ay öncesine kadar Kaddafi’nin devrilmesinde sahnenin gerisinden oynadığı rolün, bir dış müdahale modeli olduğunu düşünüyordu. Milis tugaylarının savaş gayretlerinin bir propaganda numarası olduğunu, gerçek savaşın Nato hava gücüyle yapıldığını unuttu. 11 Eylül’de Bingazi konsolosluğuna saldırı olduğunda, haberlere göre, CIA birliği mahalli milislere yardıma gelmeleri için beyhude yere yalvarıyorlardı.
Ortadoğu’nun yeni siyasi haritasında Amerika için merdivenden ziyâde yılan var ancak hiç merdiven yok anlamı taşımaz bu. Obama, Arap Baharının ilk günlerinde Hüsnü Mübarek ve Zeynel Abidin bin Ali’den derhal uzaklaştı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler ve Türkiye’deki AK Parti, Amerika’yla kapışmak istemiyor ve bu esnada kendi toplumlarını İslamlaştırmaya bakıyorlar. Ülke içindeki muhaliflerinin Amerikan desteğinden yoksun kalmalarını sağlamaları gerekiyor. Birbirine bulaşan bunca çatışma içerisinde, Ortadoğu’da 1960’lardan beri görülenlerin çok ötesinde bir çatışma dönemine giriyor olabiliriz.
Kaynak: CounterPunch
Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı