Yarım asırdır Arap dünyasına hükmeden tiranlar dövüşmeden pes etmiyor. Geçen hafta Suriye’nin güney kenti Dera’daki güvenlik güçleri, bir camide demokrasi yanlısı protestocuları makineli tüfeklerle taradı ve ardından bir adam kaçırma çetesi olduklarını göstermek için sahte kanıtlar yerleştirdi. Yemen’in başkenti Sana’da binalardan ateş açan keskin nişancılar, Devlet Başkanı’nın istifasını talep eden bir gösteride 300 kişiyi öldürdü veya yaraladı. Suriye ve Yemen’de devlet destekli şiddet ters tepiyor. Protestocular yılmak yerine daha da öfkelendi. Arap isyanlarının dikkat çekici bir özelliğiyse şu: Muktedirler, Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali ve Mısır’da Hüsnü Mübarek’i deviren hataların aynısını yapıyor. Libya’daki Muammer Kaddafi’den Yemen’deki Ali Abdullah Salih’e kadar yerel tiranlar, sanki ortak bir siyasi intihar anlaşmasına katılmış gibiler; uyguladıkları şuursuzca şiddet ve verdikleri yetersiz tavizler, kendilerini daha da dibe çekip rejimlerinin altını oyuyor.

1970’lerin başından bu yana iktidarda kalmalarına hizmet eden reçeteler, aniden işe yaramaz hale geliyor. Bu, monarşilerden cumhuriyetlere kadar neredeyse bütün Arap devletlerini etkiliyor, zira hepsi aşağı yukarı aynı biçimde işliyor.

Tipik Arap modeli
Tipik Arap devleti, bazı yerel çeşitlemelerle, tek bir modele dayanıyor: Genellikle ordu kaynaklı çalıp çırpan bir seçkinler güruhu ve onlarla omuz omuza veren cemaatler, aşiretler veya geniş aileler, en tepede iktidarı tekelinde tutuyor. Hükümet yolsuzluğa batmış durumda ve yaygın ‘himaye-kayırma’ aygıtı, yandaşlara avanta dağıtmak için kullanılıyor. Devletin en diri kesimi, muhalefeti ezen Muhaberat (güvenlik güçlerinin genel adı).

Bu tip otokrasiler, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da devasa petrol gelirleriyle perçinleniyor. Petrolü olmayanlarsa, olanlardan yardım alabiliyor. Petrol devletleri, tabiatları gereği, anti-demokratik.

Arap otokrasileri, 1990’a dek süper güçlerin (yani ABD ve Sovyetler) desteğini alabiliyordu. Komünizmin çöküşünden sonra ABD, tek hegemonya odağı haline geldi, fakat bu süreç hiçbir zaman tamamlanmadı; zira Washington, İsrail-Filistin ihtilafını çözmeyi veya Tahran’daki yönetimi devirmeyi başaramadı.

Amerika’ya en bağımlı olan devletler (sözgelimi Mısır ve Ürdün) için, ABD’nin siyasi egemenliği hayati önemdeki güvenlik kurumlarının kontrolü anlamına geliyordu. Bob Woodward’ın ‘Obama’nın Savaşları’ kitabına bakılırsa, sözgelimi dönemin CIA şefi General Michael Hayden, yeni seçilen ABD Başkanı Barack Obama’yı kendisini görevde tutması yönünde ikna etmeye çalıştı; gerekçe olarak da CIA’in yabancı istihbarat servislerine akıttığı on milyonlarca doları gösterdi. Kitapta Hayden’ın Ürdün Genel İstihbarat Birimi’nin ‘sahibinin’ CIA olduğunu söylediği öne sürülüyor.

ABD’ye bağımlılık
ABD’nin bölgedeki hâkimiyeti, eski ABD Başkanı George W. Bush’un Irak’ı işgal edip yüzüne gözüne bulaştırarak epey ileri gitmesiyle aşınmaya başladı. Neo-muhafazakârlar, açıkça Şam ve Tahran’da rejim değişikliğinden söz ediyor; öte yandan ABD, Batı Şeria’yı acımasızca sömürgeleştiren İsrail’e tam destek vermekten kaçınmıyordu. Amerika’nın Arap müttefikleri, İsrail’in 2006’daki Lübnan ve 2008-2009’daki Gazze saldırılarına göz yummak veya gizlice desteklemek suretiyle kendi halklarının gözünde itibarını sıfırladı.

Daimi baskı altında kaldıkları takdirde, Arap devletlerinin ne kadar kırılgan olabileceğini geçmişe bakarak anlamak kolay. Fakat birkaç ay öncesine dek, sadece muktedirler için değil, onların yerine geçmek isteyenler tarafından da yegâne model gibi görünüyorlardı. Filistin vatanı için onca sene savaştıktan sonra Yaser Arafat ve El Fetih, 1990’larda Batı Şeria ve Gazze’de çürümüş Arap polis devletinin bir parodisini tesis etti. 2005’te hükümet oluşturmak için seçilen Iraklı Şii dinci partiler, kısa süre sonra Saddam Hüseyin rejiminin Şii hâkimiyetindeki versiyonunu kurmaya girişti. Şu an ülkede rekabet halinde sekiz veya dokuz istihbarat servisi var ve mahkûmlara işkence ediliyor.

Güvenlik devletinin sonu
Eski Arap güvenlik devleti modeli can mı çekişiyor? Libya’da Kaddafi, Yemen’de Salih, Suriye’de Beşşar Esad ve Bahreyn’de El Halife ailesinin öyle düşünmediği açık. Tunus ve Mısır’da ordu ve yönetici sınıf, isyanın devrime dönüşmesini önlemek için liderlerin devrilmesine razı oldu. Kaddafi’yse fazla destek görmüyor, ancak muhalifleri ondan kurtulmak için birleşiyor.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da çok şey değişti ama her şey değil. Facebook ve Twitter’ın etkisi abartılıyor, fakat uydu televizyonu, cep telefonu ve internet, hükümetin iletişim üzerindeki kontrolünü azaltmakta önemli. 1950’ler ve 60’larda darbeciler, devlet radyosunu ele geçirmeyi öncelik sayardı. Bugünse bu yöntem, işe yaramayacak.

Yine de Arap muktedirler, bazı düğmelere hâlâ basabiliyor. Batılı yorumcular, Salih’in devrilmesinin Arap Yarımadası’nın kapılarını Kaide’ye açıp açmayacağını tartışıyor. 24 milyonluk ülkede bu gruba üye olan 300 kişi, rejim tarafından ABD’den yardım ve silah koparmak için istismar ediliyor. Bahreyn’de protestocuları kanla bastıran monarşi, Şii çoğunluğun isyanının Sünni karşıtı olduğu ve İran tarafından yönetildiği yalanını söylüyor. Suudi Kral Abdullah, protestocuları milyarlarca dolarla satın alarak önleme çabasında. Bu tür oyunlar bir süre daha başarılı olabilir, fakat klasik Arap güvenlik devleti miadını doldurdu. (27 Mart 2011)


Kaynak: Radikal