Emekli generalle dört muvazzaf amiralin gözaltına alınmış olmasını ‘iktidarın askerle hesaplaşma çabası’ olarak görmek, en azından işi çok basite indirgemek oluyor.
Bu işler bu kadar basit mi?
Tayyip Erdoğan, son yılların en güçlü başbakanlarından biri.
Savcılara işaret verip 17 emekli generali bir sabah toparlatacak kadar güçlü değil.
Türkiye’de kimse o kadar güçlü değil!
Dahası böyle bir gelişme, her siyasi iktidarı tedirgin de eder. Nihayet, her iktidar ‘devlet katında uyum’ ister. Bu gözaltıların arkasında ‘hükümet telkinleri’ ya da bir ‘cemaat etkileri’ aramak abesle iştigal.
Boş yere öküz altında buzağı aramayın.
Ne iktidar partisinin ne de Türkiye’deki herhangi bir cemaatin gücü böylesine büyük bir gözaltı dalgasını tetiklemeye yeter.
‘TETİKÇİ’ ARAMAYIN
Öyleyse olan ne? Kim yapıyor bunları?
Bir ‘tetikçi’ aranıyorsa, hemen belirtelim.
Bu süreci yöneten hükümet ya da cemaat falan değil, ‘yeni dünya gerçekleri’ ve o dünyadaki ‘yeni Türkiye dinamikleri’dir.
Artık işler eskisi gibi yürümez, yürümüyor.
Halkın yüzde 34 oyla tek başına iktidar yetkisi verdiği bir partiyi seçimden dört hafta geçmeden devirmeyi planlıyorsanız, bunun bedelini
ödersiniz.
Eskiden ödemiyorduk ama!
Artık ödeyeceksiniz. Zira devir değişti.
‘Yeni Türkiye’ derken kastımız budur.
Türkiye’de sistemin temel taşları yerli yerine oturmaya başlıyor.
O taşları yerinden oynatmaya kalkacak olan asker de olsa hükümet de olsa büyük tepki görür. Bedel öder.
Türkiye’de ‘tam teşekküllü son darbe’ (12 Eylül) Soğuk Savaş yıllarında ve 30 yıl önceki Türkiye şartlarında yapılabilmişti.
Bundan 17 yıl sonra yapılacak olan ‘müdahale’nin (28 Şubat) öyle tankla topla yapılacak hali yoktu. İster istemez ‘post modern’ özellikler taşımak zorundaydı. Bazı holdingleri zengin etmek dışında ‘kalıcı etkiler’ de yaratamadı.
Bundan üç yıl önceki ‘son müdahale’ ise (27 Nisan e-muhtırası) tam bir fiyasko oldu. Eşi başörtüsü takan bir Cumhurbaşkanını seçtirmemeye yönelik bir müdahaleydi.
AK Parti’yi yüzde 47’ye, Abdullah Gül’ü de Çankaya Köşkü’ne taşıyan bu son had
bilmezliktir.
IŞIK PAŞA’YA DÜŞEN
Halk kimi seçerse o başbakan olur.
Meclis kimi seçerse o cumhurbaşkanı olur.
Bir sonraki seçimde cumhurbaşkanını da halkın kendisi seçecektir.
Herkes sistemdeki yerini bilecek, ona göre davranacak.
Aksi halde, bedelini ödeyecek.
Bu bedeli kişilerin ödemesinin hiçbir önemi yok, gelgelelim kurumlar ve kurumların üzerinden devlet ve millet ödüyor, sıkıntı burada.
Türk genelkurmayı ordudaki ‘kurum kültürünü’ bir an önce gözden geçirmeli.
İlker Başbuğ, içinde bulunmadığı kuralsızlıkların, kendinden önceki dönemlerde yapılan hataların bedelini ödeyerek ayrılıyor. Onun dönemi herşeye rağmen dünyadaki yeni dinamiklerin doğru okunması anlamında bir şans olarak kabul edilebilir.
Birkaç ay sonra Genelkurmay’ın başına geçecek olan Orgeneral Işık Koşaner’i • süreci doğru okuması bu açılardan çok önemli.
Türk ordusuna komutanlık yapanlar, ordunun gerçek gücünü elindeki silahtan değil içinden çıktıkları milletin gözündeki ve gönlündeki yerinden aldığını biliyor olmalı. Bunu idrâk edememişlerse hiçbir şeyi idrâk edememişler demektir.
Son on yıldır süren yıpranma sürecinin artık durması gerekiyor.
Şu ya da bu gazetenin yayınlarına bakıp öfke nöbetlerine kapılmanın manası yok. Yapılacak iş orduyu ‘müdahalecilik mikrobu’ndan arındırmak, varolduğunu söyledikleri soruşturmaları gerçekten sonuçlandırmaktır.
ÇARIKLI ERKÂN-I HARP
Eğer karargahtaki kurmay kadrosunun içini ferahlatacaksa Türk seçmeninin son 20 yıldır yaptığı siyasi tercihleri kendilerine hatırlatmak isteriz.
1987 seçimlerinde seçmenin birinci partisi ANAP’tır. 1991 seçimlerinde DYP’dir. 1995’te Refah’tır. 1999’da ise DSP’dir. Bu tercihlerde görüldüğü üzere sağcısı da solcusu dincisi de vardır.
Seçmen tarafından getirilmişler ve götürülmüşlerdir.
AK Parti’ye haddini bildirmek gerekiyorsa onu da millet bildirir ve mutlaka bildirir.
Nihayet o ‘çarıklı erkân-ı harp’tir.
Had bildirme yetkisi milletindir.
Seçmen iradesine müdahale 2000’li yıllar Türkiye’sinde kimsenin haddi değildir.
Kaynak: Star