Bir başkasını planlayarak (taammüden) öldürenlere ölüm cezasının verilmesine karşı çıkanların öne sürdükleri bazı argümanlar var. Bunları teker teker ele alıp üzerinde durmak lazım:

Bu argümanları şöyle sıralayabiliriz:

1)Söz konusu cezanın bazen yanlış uygulamalar sonucunda haksızlıklara yol açabileceği hususudur. Özellikle hukuka dayalı olmayan kanun ve mevzuatın, ceza yasalarının intikamcı olduğu bir ülkede yanlış uygulama ihtimali daha da yüksektir. Ölüm bir sondur, geri dönüşü olmayan bir yoldur. Telafisi yoktur. Oysa hukuk “arada yaş da yansa da olur” denebilecek kadar basit değildir.

İlk bakışta bu itiraz makul görünse de, diğer cezalar için de teşmil edilebileceğinden genel bir kural haline gelebilir. Yani mesela gasp, hırsızlık, yaralama, tecavüz vb. ağır ceza kapsamına giren suçların tespit ve tayininde birtakım hataların yapılması, hakimin yanlış, eksik kararlar verip hak edilmemiş cezalar vermesi mümkündür.  Burada yapılması gereken şey, katillerin tespit ve tayininde elden geldiğince ve çok yönlü araştırma ve soruşturmalarda bulunmak, ortada şüphe kalmayıncaya kadar davaya nüfuz ettikten sonra ceza verme cihetine gitmek olmalıdır.

2)Hukuk zemininde düşünmek “orada ya ben olsaydım” şeklinde düşünmeyi gerektirir. Bu da masum bir insan cezalandırılacağına yüz tane suçlu cezalandırılmamalıdır şeklinde düşünmektir. Modern hukuk budur, bunun dışındaki düşünme şekilleri ilkeldir. “Orada ya ben olsaydım” denilecek ve empati yapmakta hareket edilecekse, aynı empatiyi maktul veya mağdurlar için de yapmak gerekir. Masum olarak öldürülen bir insanın hak ve hukuku ne olacak? Bir masumun cezalandırılması tabii ki kimsenin kabul edebileceği bir şey değildir, ama bir şekilde masumlara zarar vermeyi meslek haline getiren insanların onlarca suç işlemesi ve ortalıklarda yüzlerce ve binlerce suçlunun rahatça gezip dolaşması o toplumda huzur ve emniyetten eser bırakmaz. Kanlarının yerde kaldığını veya haklarının alınmadığı düşünen mağdurlar sonunda herhangi bir muhakeme lüzumunu hissetmeden, bizzat kendileri suçlulara veya şüphelilere ceza vermeye kalkışır, ihkak-ı hak yolunu seçer, bu da büyük kargaşa ve çatışmalara sebebiyet verir.

3)“Ceza asla çözüm değildir, olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Şu veya bu konjonktüre göre değişiklik gösterse bile gasp, hırsızlık, öldürme, yaralama vs. adi suçların oranları düşmemiştir.” Evet, bu kısmen doğrudur, ama bu suçlunun cezasının düşürülmesinin gerekçesi olamaz. Ceza, sadece caydırıcılık için verilmez, suç fiilinin karşılığı olarak verilir ki, vicdanlar ancak suçlu kimsenin cezasını aldığına şahitlik ettikten sonra vicdanları rahat eder.

4)“Kısas esasına dayalı idam cezasını savunman cezaların şahsiliği prensibinin olmadığı bir döneme aittir. O dönemde kısasın amacı aileler arasında kan davasının önüne geçmek ve bu suretle toplumu korumak olmuştur. Oysa günümüzde şahsilik prensibi gereği katili tecrit etmek suretiyle toplumu korumak mümkün hale gelmiştir. Caydırıcılık konusunda da psikolojik nedenlerle cinayet işleyenin idam edilip edilmeyeceğini düşündüğünü sanmıyorum. Keza bunu planlayarak yapanlar da maalesef bu iş için küçük yaşta çocukları vazifelendirerek ya da tetikçi tutarak hukuken kendilerini koruyabilmektedir. Şu halde günümüzde bu cezanın amacı olarak intikam almak gözükmekte bu ise modern hukukun temeli olan kimsenin kendi davasının yargıcı olamayacağı kuralına (insanlar intikam alır, devletin amacı suçla mücadele etmektir) aykırı düşmektedir.”

Ölüm cezası kadim zamanlardan beri vardır. Hz. Musa şeriatında ve İslam’da “cana can” şeklinde kısas olarak tarif edilmiştir. Kabileler ve aileler arasında süren kan davalarının önlenmesinde kısas veya öldürme cezası büyük rol oynadı. Bugün de dünyanın bazı bölgelerinde farklı biçimlerde kan davaları sürmektedir. Organize suç örgütleri, devletlerin gizli çalışan istihbarat örgütleri ve servisleri “karşılıklı öldürme” prensibini uygulamaktadırlar; şu farkla ki, karşı taraftan veya düşman kampından infaz ettikleri kişi kendi taraflarından öldürülenin katili değil, sadece karşı tarafa mensup olmaklığıdır.

Katilin hapse atılarak tecrit edilmesi çoğu zaman toplumu veya hasım bellediği kimseleri onun zarar ve saldırılarından korumaya yetmez. Hapiste olup da dışarıda cinayet, hırsızlık, gasp vb. suçlara karışan, örgüt yöneten, direktif veren nice suçlu vardır.

Katilin cinayet işlerken hangi psikolojik ruh haleti içinde olduğu şahıstan şahısa değişir. Öfkesine yenilen kişiler bir anda insan öldürebilir ve belki o anda cezayı düşünmez. Bu doğru olmakla beraber zihninin bir köşesinde cinayet işlemesi durumunda kendisinin de öldürüleceği yönünde bir bilgi veya fikir varsa, cinayetten vazgeçmesi ihtimal dışı değildir. Çocukların birtakım suçlarda veya cinayetlerde kullanılıyor olması başka bir konudur.  

Mağdur şahısları intikam almaktan koruyabilecek mekanizma devletin her suçluyu hak ettiği kadarıyla cezalandırmasıdır. Max Weber, “şiddet kullanma tekeli”ni sadece devlete verirken bu noktayı göz önünde bulundurmuştur. İslam hukukunda da İmam’ın dört temel görevlerinden biri “hadleri uygulaması”dır ki, bu devletin asli unsuru olan bağımsız mahkemelerin suç fiilini tespit etmesi, ceza tayin etmesi ve devlet görevlilerinin cezayı infaz etmesi anlamına gelir. Eğer devlet suçluları cezalandırmayacak olursa, herkes kendisi ceza vermeye kalkışır, bu da orman kanunlarının hüküm sürmesi anlamına gelir.