Bir yılı aşmış ben Kayseri’ye geleli. Bunu en çok Erciyes’ten biliyorum. Onun başı gibi etekleri de hemen her zaman karlı, ama bahara dönen yüzünde bir kararsızlık var. Karlar yumuşamış, derin çizme izleriyle delik deşik dağın etekleri;  biz de bata çıka ilerliyoruz.  Bir ayak izi bazen kolaylaştırıyor yolu, bazen bir batağa çekiyor şimdi.  Sürdüğün ayak izi belirsizleşiyor ansızın ya da sen ona güvenemez oluyorsun bir yerde. Geride bıraktığın ayak izleri kopuyor varlığından,  bahar ilerlerken suya dönüşüp toprağa karışacak.

Erciyes’in zirvesini izlerken aklıma Dünya Bülteni’nde üç hafta arka yayınlanan yazılarda konu ettiğim “Kimyasal Ali” geliyor, onun dağlara tırmanma özlemi. Kayserililer denizleri olmasa da dağlarıyla enginlere açılan insanlar. Mavi Marmara şehiti Furkan Doğan bu açılma çabası için en çarpıcı misal. Benim de Kayseri günlerim Furkan’ın ailesini ziyaretle başladı, kabrini ziyaretle sona erdi; ayrı bir yazıyla anlatacağım. Furkan’ı evin beşinci çocuğu  bilen bir ailenin evinde misafirdim üstelik.

Beni misafir eden aile,”İslamcı kadınların üretkenliği” başlıklı  konferans sırasında vurguladığım “neşeli üretkenlik” olgusu için iyi bir örnek. İstanbul’daki büyük oğul  üniversite öğreniminin yanı sıra sinema alanında yol almaya çalışıyor. Denizi yok şehrin, ama engin tarihi mirası, bağları ve çalışkan insanları var. Evin kızı Emine, babasının tavsiyesi üzerine amcasının kızı Şeyma ile Şam’a gidip üç sene Arapça eğitim gördü. İki genç kız döndüler Şam’dan, kadınlara yönelik bir Arapça kursu açtılar.
Ailelerini özlüyorlar tabii, fakat bir parça da Erciyes geri çağırdığı için dönüşlerini öncelemiş olmalılar. Biraz ötede Ali Dağ da var ya, Erciyes’in sesi bir başka yankılanıyor benliklerinde.  Her sabah uyandığımda Erciyes’i orada görmek bana hep güven vermiştir, diyor Şeyma.

Devşirme delikanlı Sinan da nereye giderse gitsin Erciyes’in zirvelerini yanında götürmedi mi…

Ağırnas’taki yer altı şehrinde dolaşıyoruz. Mustafa Özçelik, asıl mesleği zabıta memurluğu olmakla birlikte kendini beldesinin tanıtmaya adamış  gönüllü bir rehber, canla başla bilgilendirmeye çalışıyor bizi ve adım başı durdurup, verdiği bilgiler etrafında sorular soruyor. Ağırnas’tan hangi uygarlıklar geldi geçti…  Kaç eseri var Sinan’ın…  Üzerimize sınava girecek çocukların sıkıntısı çöküyor. Üstelik Sinan’ın yetiştiği ev şaşırtıcı ölçüde uçsuz bucaksız görünüyor bana. Söz konusu olan sol kapıdan girilen iş atölyeleri. Git git, bitmek bilmiyorlar. Sinan devşirildiğinde mekanların çevreye uyumu konusunda zengin bir birikimle ayrılmış olmalı şehrinden.  Cortazar’ın “Ayakizlerinde Adımlar”ı geliyor aklıma. Ortalarda başlamıyor hiçbir şey, bize öyle gelse, yürüyüşün başlangıç aşamaları belli belirsiz bile olsa. Sesler yankılanır etrafımızda, yüzleri görmesek bile.

Sinan’ın ayak izlerinde kimlerin adımları var…

Bazen aşırı bir dikkatle dümdüz ilerlerken şaşırıyor adımlarımız. Yer altı şehrinde labirentler bir yerde aşağılara inmekten vazgeçerek göğe tırmanmaya çalışıyor sanki. Yukarı doğru uzayan koridorlar, bir saldırı anında kadın ve çocukların korunması içinmiş. Her zaman yazarım bunu: Kültürün eril niteliğini belirleyen de işte bu yaşama düzeni: Erkekler ölmeyi ve öldürmeyi göze aldıkları için metinlere ve makro politikaların manşetlerine nüfuz ediyorlar. Kadınların daha barışçıl olduğunu da kanıtlamıyor kurulu düzenin doğası.  Kadın zabıta memuru  işportacıya tokat atıyor ve Arap memleketlerinde devrimler birbirini izliyor. Bir zamanlar Kürt kökenli bir bilim adamı sohbetimiz sırasında, “Türklere demokrasiyi biz öğreteceğiz” demişti. Şiddet eken terör biçiyor, zulmü ezikliğe çeviren ise egemen yapının karakterini içselleştirme kapasitesi. Mecliste söz yoluyla barışı çağırması umulan kadın milletvekili, polise tokat atarak sorunları çözeceğini umuyor olmamalı.

Sinan’ın şehrinin insanlarına telkin ettiği becerinin bir örneği de Rahime Şenaltun’da izlediğim “kendi evini tasarlama” azmi. Endürlük’teki yazlık taş evin detayları,  onun ince zevkini yansıtıyorlar.  Evsahibem Ayşe Hanım ise şehrin kadim emanetleri konusunda sivil bir çaba içinde. Endürlük semtinde virane olmaya terkedilen Andronik kilisesi konusunda üzüntülerini dile getiriyor.  Birlikte kiliseye gittik. Tavandaki tuğlaları her an düşebilirmiş gibi,  uyarı levhalarıyla uzağında durmaya çağrıldığımız kilise, her şeye rağmen görkemli görünüyor içeriden bir bakışla. Duvarlarında, kubbe altında, dağılmış mozaiklerinde  gezinmiş olmalı Sinan’ın bakışları; kiliseye bir de bu gözle bakıyorum.

Sinan ünlü bir mimar olduktan sonra Kayseri’ye geri dönmedi tamamen,  üstelik sadece bir tek esere imza attı öz şehrinde; ancak sanki eserlerinin herhangi bir köşesine taşıdı Kayseri yıllarını ve Erciyes’in zirvelerini de muhteşem kubbelerinde yansıtmaya devam etti.  Onun Kayseri’ye görkemli bir eser kondurmamasının sebebi, Bursa’da bir bina yapmaktan kaçınırken dile getirdiği şehrin tamamlanmış dokusunu bozmama kaygısıyla açıklanabilir sanırım. Erciyes’le yarışa kalkan, Uludağ’ın eteklerine oturan yerleşik şehir dokusunu kara kütleler halinde lekeleyen gökdelenleri, siteleri izlerken Sinan’a özgü o hassasiyete yabancı kalan imar anlayışını sorgulayan düşüncelere kapılmamak imkânsız. 

Gökdelen tarzında apartman ve ofislerin Erciyes’in zirveleriyle yarışı bakalım şehrin yapısal karakterini nasıl etkileyecek…  Ayşe Hanım’da, Rahime Hanım’da ve kızlarında 13. Yüzyıl’ın ortalarında Kayseri civarına camiler, kervansaraylar, hanlar hamamlar yaptırtan  Selçuklu Hunat Hatun’dan izler… Alaaddin Keykubat’ın eşi Hunat, yüzyılların aşındıramadığı eserlerin diliyle  Kayseri dokusunu belirlemeye devam ediyor. 

Fragmanlarına bakarak izlemekten uzak durduğum (The Tudors taklidi) Muhteşem Yüzyıl’ın “hanım sultan”  tiplemelerinin çok uzağında bir profili var Hunat Hatun’un. Keşke romanlar yazılsa onun üzerine, filmler çekilebilse… O takdirde, ömrünü –saray ve harem kadınlarına yakıştırılan-kıskançlık, entrika ve kaprisin dışında duygu ve durumların ötesinde bir kavrayışla sürdürmüş hayır hasenat ehli bir kadının ayak izlerinde ilerleyen adımları da daha yerli yerinde tespit etme imkânını bulurduk.