Gezi olayları adı verilen sürece Batı ülkelerinden gelen destekten ziyade Batıda “protest” duruşlarıyla tanınan bazı kişi ve grupların desteği dikkat çekiciydi. Bu örnekler bize Batı kültüründe muhalefetin sınırları hakkında yeniden fikir vermiştir. Rock kültürü, Pink Floyd, Çomski vesaire. Çomski “I am also a çapulcu” (ben de bir çapulcuyum) yazısıyla kendini uluslararası akıntının rahat sularına bırakmıştı. Türkiye’de seçilmiş bir iktidar bulunması, askere davetiye çıkarılması, kamu malına zarar verilmesi gibi konular nedense onların kapsama alanlarına girmedi.
Batı ülkelerinin özgürlüklerin beşiği olduğu söylenegelmiştir. İnsanlar orada düşündüklerini özgürce söyleyebiliyor. Baskı grubu, sivil toplum örgütü oluşturabiliyor. Dil, din, ırka bakarak ayrımcılık yapılmıyor. Herkes kanunlar önünde eşittir. Diyorlar da, bizi Avrupa Birliği kapılarında, fasıllarda sıkıştırıp duran bu ülkeler gerçekten matah bir durumdalar mı ?
Batı ülkelerinde halihazırda muhafazakar, demokrat ve “aşırı” kapsamına giren milliyetçi akımların var olduğunu söyleyebiliriz. Yani herkes fikrini özgürce söylüyor diye kırk çeşit düşünce ortalıkta cirit atmıyor. Avrupa ailesi kavramı var. İşe yaradıkları için gelmelerine izin verilen yabancılar var. Avrupalı “diğerlerine” yukarıdan bakma kompleksinden, snobizmden, ötekileştirmekten kurtulamamıştır. Bu genel atmosfer, ister istemez yabancı düşmanlığına zemin hazırlamaktadır. İşlerin iyi gittiği dönemde problem yok gibidir. Fakat ekonomik kriz kapıya dayanınca “yabancılar” göze batmaya başlamıştır. Almanya’da Doğu Almanlara bile öteki gözüyle bakıldığını duyuyoruz. Birçok Avrupa ülkesinde iktidara oynayan partiler yabancı sorunundan yararlanmaya çalışıyor.
Demokrasinin beşiği sayılan İngiltere, farklılıkları hazmetme bakımından kıta Avrupasından daha iyi durumda olabilir. Fakat Karl Marks’ın yaşadığı döneme göre bu ülkede de siyasi düşünceler çeşitliliğini kaybetmiştir. Evrensel kültürün enstrümanları onları da birörnekleştirmiştir. Farklı düşünce, muhalefet denince Hyde Park akla geliyor. Orada her şeyi söyleyebilirsiniz! Oysa biraz dikkat edince Hyde Park, “fikirlerin hayvanat bahçesi”dir. Bahçenin dışına çıkmaları düşünülemez. Bazı “toplum dışı” insanlar burada bir köşede içlerini dökerler ve rahatlamış olarak Oxford Street’ten tekrar topluma karışırlar. Üç beş kişilik, 50-100 kişilik grupların dinlediği fikirlerden kimseye zarar gelmez. Hyde Park’ı hangi fikirler doldurabilir ? Iron Maiden, Elton John, Pavarotti. Bunlara fikir diyebilir miyiz ?
Batı siyasi kültüründe “aşırı” kapsamına giren düşüncelerin de bir öngörüsü, bir sapma aralığı vardır. İktidar alternatifleri kadar muhalefete de ayrılan bir kontenjan söz konusudur. Muhalefet için her zaman münhal bir kadro bulunur. Diğer toplum ve kültürlere sempatik gelen bu kadrolar esasen aynı resmin parçalarıdır. Onlara fazlasıyla ihtiyaç vardır. Mesela kızılderili katliamına, siyah beyaz ırk ayrımcılığına karşı çıkma kontenjanı önemlidir. Bu alanda bilimsel araştırmalar yapılabildiği gibi Holywood, Mohicanların Sonu gibi filmlerle zavallı Kızılderililere yapılan haksızlıkları anlatır durur. Tabi her filmde Kızılderilileri destekleyen kahraman bir beyaz adam vardır. Zaten o olmasa seyircinin hangi tarafı tutması gerektiği tam anlaşılmayacaktır. Keza zencilere karşı ırk ayrımcılığı, kölecilik konularında da hazır bir şablon vardır; Martin Luter King. Onun duruşu, çektiği sıkıntılar, mevcut statükonun oluşmasına büyük katkı sağlamıştır. Avrupa’da 68 kuşağı tozu dumana katarken ABD’de Martin Luter öldürülmüştür. Siyah adam Hıristiyan da olsa kendini kabul ettirememiştir. ABD’de halen siyahların ayrı kilisesi mevcuttur. Hz. İsa’nın beyaz mı siyah mı olduğu tartışılmaktadır.
Bugünlerde Batı ülkelerindeki “aşırı görüş” kontenjanını en çok ırkçı partiler kullanıyor. Halen yükseliş halinde olan bu partilerin pek de marjinal sayıldıklarını söyleyemiyoruz. Hatta devletlerin güvenlik birimleri tarafından emniyet subabı olarak görüldükleri izlenimi veriyorlar. Siyasilerden olmasa da güvenlik birimlerinden himaye görüyorlar. Siyasiler de yabancılardan duyulan rahatsızlığı bildiklerinden oy kaybını göze alamıyorlar. Yabancıların sivil toplum örgütlerini, hele hele İslami oluşumları, daha bir itinayla takip ediyorlar.
Bu kültürde sanayi kapitalizmine karşı çıkmanın da yolu yordamı bellidir. Mesela yeşiller partisi, Greenpeace, vegeteryan hayat tarzı, krişnacılık vs. Özellikle genç nesillerin kurulu düzene, statükoya karşı olan tabii reaksiyonları muhtelif etkinliklerle kanalize edilir, enerji toprağa verilmiş olur. Futbol, rock ayinleri, bu bağlamda en çok rağbet gören organizasyonlardır. Uyuşturucu, aile sisteminin dağılması gibi afetlerle kilise savaşmaya çalışsa da sistem açısından fazla kaygılanacak bir şey yoktur. İşler yolundadır.
Gelelim Pink Floyd’a, Noam Çomski’ye. Birisi müzik, diğeri düşünce alanında muhalif söylemleriyle meşhur olmuştur. Berlin duvarı yıkıldıktan sonra Pink Floyd yeni bir ihale alamamış gibi görünüyor. Çomski’ye gelince yıllar önce İsmet Özel’in “elmanın kurdu” sözünü hatırlıyorum. Batı düşüncesini “içinden kemirenler” için kullanmıştı. Sanıyorum o kadar abartmamak gerekiyor. İlle de abartacaksak şöyle diyelim; bunlar belli dönemlerde belli fonksiyonlar icra eden kadrolu muhaliflerdir.