Son birkaç sene içinde literatürümüze “Medeniyetler İttifakı” girdi. “Medeniyetler İttifakı” kavramını tanımsal bir çerçevede ilk olarak ortaya atan, Kolombiya (Columbia) Üniversitesi’nden tarih profesörü ve Ortadoğu Enstitüsü eski yöneticisi Richard Bulliet isminde bir zattır. Fakat isim babası eski İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’dir. Siyaset yanında felsefe çalışmalarıyla da tanınan Hatemi, kavramı ilk defa 1994 yılında, Samuel Hunting’un “medeniyetler çatışması” tezine karşı geliştirdi. Sonraları 21. yüzyılın başlarında BM bundan uluslar arası bir yakınlaşma programı türetti. “Medeniyetler İttifakı Eş Başkanlığı”nı da Türkiye ve İspanya birlikte yürütmektedirler. Bulliet, 2004 yılında bu fikri formüle etti. Bu zat, aynı zamanda ABD Dışişlerine de çalışıyor. Huntington’ın muadili sayılır.
Tezini şu üç noktaya dayandırdığını söylemek mümkün:
1) Tarihi kök bilgilere ve kurucu fikirlere inildiğinde görülecek ki İslam ve Hıristiyan medeniyetleri birbirleriyle çatışmıyor, çünkü çatışmayacak kadar birbirlerine yakındırlar. Bu bir yönüyle ezber bozan bir iddiadır. Bilinen çerçevede İslam ve Batı çatışıyor. Bu yeni iddianın temellendireceği teze göre, Muhammed Hatemi’nin 1994 yılında ortaya attığı, “Medeniyetler Arası Diyalog” fikrini “ittifak”a çevirebiliriz. İslam ve Hıristiyan medeniyetleri, ana parametreleri itibariyle çatışmıyorlarsa, ittifak edebilir.
Batı medeniyetini tarih sahnesine çıkaran dört unsur, Grek, Roma, Hıristiyan ve Yahudi geleneğidir. Belirtmek gerekir ki, “Yahudilik”in Hıristiyanlık yanında Batı medeniyetini belirleyici bir unsur olarak ortaya çıkarılmasının tarihi yenidir. Hakikatte ve tarihi olarak Yahudilik Doğu’ya aittir, Batı’ya ait değildir. Endülüslü İbn Meymun gibi büyük Yahudi filozoflarını düşünelim, bunlar, Meşşai filozoflarıdır ve İslam felsefesi şemsiyesi altında mütalaa edilirler. Mesela Yahudi kelamcılarıyla İslam kelamcılarını beraber okuyun, aşağı yukarı aynı konuları ve aynı kavramsal çerçeveyi ele aldıklarını, birçok kavramı ortaklaşa kullandıkları görülür.
Yahudilik İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve ağırlıklı olarak siyasi sebeplerle literatüre girdi. Bunun Nazi katliamıyla yakından bir ilgisi vardır. Bu, Avrupa entelektüel çevrelerinin değil, Amerikan yaklaşımının kavramsallaştırdığı bir çerçeveydi. Batı dünyasının içinden çıkan Alman Nazilerinin zulmüne maruz kalan Yahudilerin gönlünü almak ve onları Batı dünyası sistemine katmak üzere, Yahudi geleneğini veya Yahudi irfan kaynağını Batı medeniyetinin oluşumunda dördüncü bir unsur olarak dahil ettiler. Hatta işi biraz daha geliştirip, Sami ırkı ve Samilerin İsrailoğullarından geldiklerini öne sürdüler. Gel gör ki, İsmailoğulları bunlardan sayılmaz. Çünkü İsrailoğullarının babası İshak (a.s)’ın babası, İbrahim (a.s), annesi Sara idi. Sara özgürdü. Bu yüzden “evin ve Tanrının evinin hanımı Sara”dır. İsmail ise cariyenin oğludur. Cariye evin hanımı değildir. Evin hanımı cariyeyi evden çıkarma ve onu cezalandırma hakkına sahiptir. O nedenle Sara İbrahim’e “Hacer’i al ve buradan götür” dedi. İbrahim Hacer’i, çocuğuyla birlikte alarak, Filistin’den binlerce kilometre uzaklıkta, çölün ortasına, bugünkü Mekke’ye götürdü. Denebilir ki, bu yüzden Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer karşısında her zaman eziktir. Çünkü İbrahim, çölün ortasında genç bir kadını, kundakta bir çocuğu, bir kurna su, biraz ekmek ile bırakıp Kenan iline dönüyor. Hz. Hacer’in içine düştüğü durum son derece anlamlı. Soruyor: “İbrahim, bizi nereye bırakıp gidiyorsun?” Hz. İbrahim dönüp de bakamıyor. İkinci defa soruyor yine bakamıyor. Üçüncüsünde Hacer: “İbrahim, bunu Rabbin mi istedi” diye sorduğunda, Hz. İbrahim “evet” diye cevap veriyor. O zaman Hacer: “Git, O bizi koruyacaktır” diyor.
Bu olay Yahudi ve Hıristiyan bilincinde daima derin izleri olmuştur. Laikler aksini iddia etse de, daima uluslar arası politika ve tutumlarda söz konusu derin tarihi reflekslerin etkisini zaman zaman müşahede etmek mümkün. Bir örnek verelim:
Hatırlanacağı üzere 1986 yılında, Amerika, Libya’daki Aziziye tabyasını vurdu, Kaddafi’nin bir çocuğunu da öldürdü. Bir gün önce, Amerikan Devlet Başkanı Ronald Reagan konuşmasında şöyle bir cümle kullanmıştı: “İsmailoğullarının son ferdini çölün derinliklerine sürünceye kadar bu savaş devam edecektir.” Reagan, olaya öylesine tarihsel ve dini bir derinlik kattı ki, “çölün derinlikleri” dediği yer Mekke’dir.
Bir yönüyle Yahudiliğin Batılı kültür mirasına eklenen dördüncü unsur olması bununla da bağlantılıdır. Fakat Kolombiyalı Profesör, Yahudiliği sistemden çıkardı. Elbette ki bu, Amerika devletinin bilgisi dâhilinde oldu. Profesöre göre, İslam ve Hıristiyanlık birbirine çok yakındır, çatışmalarına gerek yoktur. Ona göre, “medeniyetler arasında diyalog” olması saçmaydı, olması gereken, “medeniyetler arasında ittifak”ın kurulmasıydı.