Bazı çevrelerin kanaatine göre Cumhuriyetçilerin geçen haftaki Kongre seçimlerinde elde ettikleri kazanımlar, Barack Obama'nın İsrail-Filistin barış sürecini ilerletme teşebbüsünde elini zayıflatacak. İlla ki böyle bir sonuç olacak diye bir şey yok halbuki. Ve bunun çeşitli nedenleri var.

Temsilciler Meclisi'ndeki Cumhuriyetçi çoğunluk, Ortadoğu'yla hiçbir ilgisi olmayan sosyo-ekonomik isimlerle sağlandı. Mensupları ne kadar muhafazakârsa, Çay Partisi katılımcısıysa, İsrail-Arap çatışmasını da o denli az biliyor ya da o denli az umursuyorlar. İsrail'le alakalı meseleleri, üçte ikisi Demokratlarla bağlı olan Amerikalı Yahudi seçmenler bile seçim öncelikleri listesinde sekizinci sırada andılar.

Hal böyle olsa da, Cumhuriyetçilerin Ortadoğu'da barışa ilgi duymadıkları hiçbir kitâbede yazmıyor. Cumhuriyetçi yönetimlerin iki eski dışişleri bakanı – Henry Kissinger ve James Baker – buna şahitlik edebilirler. Kissinger'ın Altı Gün Savaşları'ndan sonra sarfettiği çabalar, İsrail-Mısır barışının zeminini oluşturmuştu; Baker ise I. Körfez Savaşını Madrid sürecine taşımıştı, ki Madrid sürecinden Oslo ve İsrail-Ürdün barışı çıkmıştı. Her ikisi de Obama yönetiminin cüret edebileceğinden çok daha tehditkâr ve talepkârdı.

Aylar sonra ortaya çıkabilecek barış süreci üzerindeki Cumhuriyetçi nüfuza dair senaryolara göz attığımızı akıldan çıkarmamalıyız. Bu esnada, Başbakan Benjamin Netanyahu'nun bu hafta Washington'a yapacağı ziyaretle birlikte, Obama yönetimi, sanki hiçbir şey olmamış gibi seçim arafesinde kaldığı yerden devam edecekmiş gibi duruyor.

Ancak, İsrail'in sertlik yanlıları Cumhuriyetçi çoğunluğu iyi bir nedenden dolayı memnuniyetle karşılıyor. Birincisi, basitçe söyleyecek olursak, Netanyahu, Cumhuriyetçilerle daha rahat. Bir buçuk yıl evvel, Amerika'da kendi politikalarını süzüp Demokratlara izah edebilecek İsrail'li diplomatlara ihtiyaç duyduğunu anlatırken sinilrli bir şekilde kendisinin Cumhuriyetçi dilini kullandığını söylemişti. Daha genel bir düzlemde, Cumhuriyetçi bir Temsilciler Meclisi ve Senato'daki güçlü bir Cumhuriyetçi azınlık, İsrail'in barış süreci karşıtı sağına çeşitli şekillerde yarar sağlayabilir. Bunlardan ilki - yerleşim inşaatlarının dondurulması veya gelecekteki diğer müzakere konularında - Filistinlilere verilecek tavizlerle ilgili olarak Netanyahu hükümetine yöneltilen taleplerin azaltılması adına Obama yönetimi üzerinde baskı uygulanmasıdır. Bir diğeri ise sivil özgürlükleri ve adli bağımsızlığı kısıtlayan ve İsrail'deki Arap vatandaşlara ve onların Knesset'teki temsilcilerine sadakât testi dayatan sağcı inisiyatifleri engellemesi için Netanyahu üzerinde uygulanan baskıları azaltmak olabilir. Sadakât testi, doğrudan barış süreciyle ilgili olmayabilir ama Netanyahu hükümetinin Araplar ve uluslararası câmia nezdindeki yerini etkileyecektir.

Eğer barış süreci başarısız olur ve FKÖ liderliği yapmakla tehdit ettiği BM'den devlet kurma talebini yerine getirirse, Cumhuriyetçi hâkimiyetindeki bir Kongre, ABD'nin BM bütçesine yaptığı hayati katkıları keserek ve Batı Şeria'da ulusal kurumlar inşa programına (kısa bir süre önce görevinden ayrılan General Keith Dayton gözetiminde yürütülmüş ve ezkaza George W. Bush döneminde başlatılmış Filistin güvenlik güçleri gibi başarılı programlara) yapılan Amerikan mâli desteğine son vererek misillemede bulunabilir. Bunlar feci hamlelerdir. İsrail'in kabul edebileceği şartlarda bir Filistin devletini tanıyacak bir BM kararının şekillenmesinde Amerika ve İsrail'in faal rol oynaması, bugün barış için belki de en iyi şanstır.

Obama yönetimi üzerindeki Cumhuriyetçi baskı, İsrail-Arap barışını dolaylı olarak etkileyecek Ortadoğu meselelerinde de hissedilebilir. Örneğin, Obama'ya İran nükleer programı hususunda daha sert olması salık verilebilir, ki Netanyahu'nun şüphesiz yüreklendireceği bir hamledir; ama ne ki bölge adına öngörmesi imkansız sonuçları da olacaktır. Kongre, İran ve Suriye gibi sorunlu ülkelerle yakınlaşma inisiyatiflerinden dolayı Türkiye'ye karşı da haşinleşebilir, dolayısıyla da İsrail-Suriye görüşmeleri ve barış süreciyle ilgili diğer meselelerde ABD-Türkiye eşgüdümü fırsatlarını azaltabilir.
Bu spekülasyonların ötesinde,akılda tutulması önemli olan bir diğer şey de yeni bir başkanın katıldığı ilk ara seçimlerde muhalefetin kazanım elde etmesinin olağan bir hadise olmasıdır. Başkan Obama Cumhuriyetçi hâkimiyetindeki bir Kongre ile yüzyüze kalsa bile Amerikan dış politikasının sorumluluğu onun uhdesindedir ve İsrail-Arap uyuşmasıyla ilgili politikalarını zahiren kendi vizyonuna göre izleyebilir. Obama daha önce hiç olmadığı kadar azimkâr görünüyor. Hakikaten, eğer Cumhuriyetçiler Obama'nın iç gündemini boşa çıkarırlarsa, o da dış politika gündeminde daha faal hale gelebilir.
Açmazdaki nihâi müzakereler ve seçmenin yönetime karşı sergilediği aksiliğin bir bileşimi, 2011'de Obama yönetimi içerisinde farklı bir barış süreci ortaya atma baskısı oluşturabilir. Özel temsilci George Mitchell, çalışma tarzı başarısızlığa mahkum ise, istifa edebilir. Gidişat değişebilir ama ille de Netanyahu'nun ümit ettiği gibi değil. Netanyahu, Washington'daki Cumhuriyetçilerle geçinip gitmek ve İsrail'in işgali sonlandırmada yatan gerçek çıkarlarına mutlu mutlu aldırmamak yerine, İsrail-ABD ilişkilerinde artan bir gerilimle yüzyüze gelebilir.

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın