Askerler, askerler her yerde. Vadilerde, tepelerde, Beyrut sokaklarında. Hiç bu kadar çok sayıda asker görmemiştim. Kudüs'ü mü kurtaracaklar? Yoksa tüm Arap diktatörlerini yerle bir mi edecekler?
Lübnan'ın iç savaşa sürüklenmesini önlemekle yükümlüler sanırım. Hizbullah'ın hükümeti yıktığı söylendi bize – ki bir yere kadar doğrudur da. Hague'daki BM mahkemesinin, eski başbakan Refik Harriri'yi Hizbullah üyelerinin öldürdüğünü pazartesi gününe kadar duyuracağı söylendi.

Amerikalılar, suçlu adamların isminin verilmesini talep ediyorlar. Fransa da öyle. Tabîi ki İngiltere de öyle talep ediyor. Tuhaf, çünkü Harriri 2005 yılında Beyrut'ta kordon boyunda benden 366 metre ötede öldürüldüğünde bunu yapanın Suriyeliler olduğuna hepimiz inanıyorduk. Suriye Cumhurbaşkanı değil, Beşşar Esad değil; Baas Partisi'nin güvenlik birimlerinin yaptığına. O vakitler böyle inanıyordum. Hala da öyle inanırım. Ama şimdi bize failin, Suriye'nin dostu ve İran'ın Lübnan'daki milis gücü (Lübnanlı milis gücü) Hizbullah olacağı söyleniyor. Amerika ve İngiltere ise yargılamanın başlaması için şakşakçılık yapıyorlar.

Hizbullah suçlanmalı ve tabîi ki Başbakan – daha doğrusu Lübnan eski başbakanı Saad Hariri, Refik'in oğlu - işini kaybetti. Lübnan'ın 1976-1980 arasında yaşanan kardeş katline benzer bir iç savaşa sürükleneceğine inanan pek çok kişi var. Bundan emin değilim. Yurt dışında eğitim görmüş – Paris, Londra ve Amerika'da – ve ülkelerine dönmüş bir Lübnanlı nesil, babalarının ve dedelerinin katline müsamaha göstermeyeceklerdir sanırım.

Lübnan'ın teoride artık bir hükümeti yok; Saad Hariri'ye bu kabineyi veren adil seçimler de. Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Süleyman yeni bir hükümet kurulması için Pazartesi günü resmi görüşmelere başlayacak.

Peki Hizbullah'ın isteği nedir? Hague mahkemesinden ülkeyi mahvedecek denli çok mu korkuyor? Batılı güçler göz ardı etmeyi tercih etseler de Lübnan'daki problem çok basittir. Lübnan, konfesyonel bir devlettir. Fransızlar tarafından kuruldu; I. Dünya Savaşın'dan sonra kurulmuş bir Fransız mandasıydı. Problem şu ki modern bir devlet olmak için konfesyonel bir devlet olmaktan çıkmalıdır. Fakat Lübnan bunu yapamaz. Hizipçilik onun kimliğidir ve bu onun trajedisidir. Başkan Sarkozy lütfen not edin, Fransayla başlar bu.

Lübnanlı Şiiler, ki Hizbullah onların partisidir, nüfusun yüzde 40'ını teşkil ediyorlar. Hıristiyanlar azınlıkta. Eğer Lübnan'ın bir geleceği varsa, vakti gelince Müslüman Şia ülkesi olmasıdır. Bundan hoşlanmayabiliriz; Batı bundan hoşlanmayabilir. Ama gerçek bu. Hizbullah Lübnan'ı yönetmek istemiyor. Bir İslam cumhuriyeti istemediğini defalarca söyledi. Ve çoğu Lübnanlı bunu kabul ediyor.
Fakat Hizbullah birçok hata yaptı. Lideri Hasan Nasrallah, televizyonda cumhurbaşkanı gibi konuşuyor. İsrail'le ilahi zaferle bitecek bir savaşı tercih eder; 2006'daki son savaşın ilahi zaferle sonuçlandığını iddia ediyor. İsraillilerin de savaşı tercih ettiklerini hissediyorum. Lübnanlılar ise bir savaşı dilemezler. Fakat bir savaşa doğru itekleniyorlar; Lübnan'ın sözde dostlarının ister göründüğü bir savaşa. Amerikalılar ve İngilizler İran'ın canını yakmak istiyorlar. Bu yüzden de Hariri cinayetinden ve Lübnan hükümetinin yıkılmasından Hizbullah'ın sorumlu tutulmasını istiyorlar.

Hizbullah'ın bu hükümetin yıkılmasını istediği kesinlikle doğru. Bu hükümetten, bu kabineden kurtularak, Lübnan yönetimi ve güvenlik hizmetleri zarar görmemeli diyen Doha anlaşmasının kurallarını yıktı.

Lübnan'daki hizbi muammaya Arapların getirdiği "çözümü" silip süpürüyor ve Hıristiyan müttefiklerin de yardımıyla Lübnan'ı dizleri titreyen bir ülkeye çeviriyor. Dün karayollarında hiç araba görmediyseniz şaşırmayın. Lübnanların dışarı çıkıp Akdeniz güneşinin tadını varmaktan böylesine korku duymalarına şaşırmayın. Hepimiz korktuk.

Fakat Lübnan devletinin büyüdüğünü sanıyorum. Hıristiyan milis gücü olan Lübnan Kuvvetlerinin Hıristiyan lideri Samir Geagea'nın parti bürolarında yeni bir fotoğrafını fark ettim. Sivil kıyafetler giymişti. Takım elbise giymiş ve kravat bağlamıştı. Sürekli giydiği milis kıyafetlerini değil. İyiye işaretti.
Lübnan'da sivil savaş yok.

Bir aile meselesi: Saad Hariri

Saad Hariri, Web sitesindeki bir soru listesine verdiği cevapta "esnekliği" fazla değer verilen bir meziyet olarak anıyor. Lübnan politikasının karmaşık sınırlarında herkesçe kullanılan – ve beka için gerekli olan bir şeydir.

Hariri, başarılı geçen iki seçim kampanyasından ve babasının ölümünden dört yıl sonra – ülke siyasetini ve Hariri'nin ldierliğini belirleyici bir olaydır - 11 Kasım 2009 tarihinde başbakan olmuştu. 2005 yılında Müstakbel bloğunun kazandığı seçimler için kampanya yürütürken şöyle itiraf etmişti: "Bunun olduığuna bile inanamam; babamın burada olmadığına halen inanmıyorum. Kendime yalan söylemem. Bugün herkes babam için oy kullanacak."

40 yaşındaki Hariri evli ve üç çocuğu var; iş dünyasından geliyor. 1992 yılında Georgetown Üniversitesi'nde uluslararası işletme bölümünden mezun oldu ve babasının ölümüne dek yedi yıl boyunca 35.000 çalışanı olan bir inşaat firmasında yönetici olarak çalıştı.

Babasının ölümünden sonra Suriye'yi cinayetten sorumlu tuttu – Suriye'nin Lübnan'daki onlarca yıllık hâkimiyetine son veren Suriye karşıtı protestolara katılmış pek çok Lübnanlı'nın paylaştığı bir görüştür bu. Kötülediği esnekliği sergileyen Hariri, bölünmüş Lübnan'daki Sünni blokun lideri olarak, Suriye'yi suçlamakla yanlış şekilde davrandığını söyledi ve Suriye Cumhurbaşkanı ile barış yaptı.


Kaynak: Independent
Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı