Ömrünü yüksek düşüncelerin keşfine, geçmişin düşünce mirasını kör düğümlerini çözerek daha ileri noktalara taşımaya adayan bir erkek olarak filozof, misyonuna hakkıyla saygı duymaktan uzak bir kadının ellerine kaldığında, soyut düşünceyle somut hayatın zorlu, yeni öğrenmeler gerektiren, kekeleme ve bocalamalara, dahası bizatihi oluşumuyla köklü sorgulamalara yol açan karşılaşmalarından biri yaşanıyor.
Hayat tarzları çok farklı iki insanın yolu bir bakımevi odasında ya da kuş uçmaz kervan geçmez bir apartman dairesinde kesişiyor. Yüce düşüncelerin adamı gün geliyor, mektep medrese görmemiş, kaba işlerde çalışarak hayatını sürdürmeye mahkûm kadının bir çift tatlı sözüne muhtaç oluyor.
Böyle bir ilişkinin sonu nereye varabilir?.. Filozof kadınla konuşurken, onun seviyesine inebilmek için kekelemeye başlıyor. Deterjanlı sulara bata çıka kabaran, moraran eller ise Filozof’un yalnızlık günlerinin biricik arkadaşı olmaya hazırlanıyor. Aile, 68’li yazar Susanne Brogger’in deyişiyle yaşlılara, çirkinlere ve hastalara kucak açacak tek kurum… Hasta ve yaşlı filozof belki düşüncelerin gölgelediği yüzüyle çirkinleşti de… Etrafında dolaşıp duran biricik kadına, dışarıda akıp giden hayatla en sağlam bağı olan kişiye gönlünü kaptırıp da evlenme teklifinde bulunmaya başlaması tuhaf mı…
Filozofla bakıcı kadının hayat yollarının kaçınılmaz buluşmasını izlediğim bir örnekte filozof ömrünün hazan çağında bir alzheimer hastası, aile bireylerinden tekinin bile ortalıkta bulunmadığı evin mutfağında yıllardır hastanın ihtiyaçlarını hiç dikkate almadan alimunyum kaplarda yemekler pişiren, ısıtan pişkin kadın ise evladı yerine koyduğu bakıcısı. Yüce sözlerin zihninin labirentlerinde anlam şaşırtmaları yaşatarak dolaşmasına maruz kalan filozof, iki kelimeyi düzgün bir şekilde birbirine ulamayı önemsemese de laf ebeliğinden geri durmayan bakıcı kadının insafına kalmış bir hayat sürdürüyor. Ontik olanla ontolojik olan arasındaki ayrımı kavramanın çok uzağındaki kadın, hayat üniversitesinin bilgilerinin pratiğinde insafsızca usta, uzman.
Filozof bir bakıma Elias Canetti’nin “Körleşme”sinin kahramanı, dünyanın üç sinoloğundan biri olan Prof. Kien’dir; Bakıcı da Kien’in hizmetçisi Therese. Nitekim, cahil, hoyrat ama kurnaz, ve hayat üniversitesini bitirmiş Therese, kendini çok akıllı saymanın kibriyle malûl Kien’i, elinde dolaştırdığı tek kitapla akıllı ve kitap dostu bir kadın olduğuna inandırarak, evin hanımı olmayı başaracaktır. Onca yıl kitapların ve sözcüklerin dünyasında yaşamış olan Kien evliliklerinin hemen ardından hakiki Therese’i ister istemez görmeye başlayacak, gün gelip ondan dayak yeme, hatta ihanete uğrama gibi kahredici acıları da yaşayacaktır.
Çok mu “roman”tik? Hiç değil, tamamen gerçek hayattan esinlenilmiş görünen, çarpıcı ayrıntılarla örülü bir roman, “Körleşme”. Daha geçen yaz okumuştum şu haberi: “Doktor Türker Varol’un yanına bakıcı olarak giren Sultan Yıldız, kısa sürede doktorun güvenini kazandı. Doktorun 13 milyon liralık hesabına ortak oldu. Daha sonra tüm hesapları üzerine alıp kayıplara karıştı.” Bu hadise örneğinde somut hayat bir dizi film senaryosuyla karışıyormuş gibi geliyor bize: İmaj değiştirmeye çalışan bakıcı estetik ameliyatlar geçiriyor; o artık kuaförde sarartılmış saçları, manikürlü elleriyle, modern bir kadındır da…
Ne bütün bakıma muhtaç yaşlı erkekler filozof, ne de bütün bakıcı kadınlar entrikacı, çaçaron. Bununla birlikte, ailenin küçülerek dağıldığı kent ortamlarının ürettiği filozof-bakıcı kadın ilişkisinin pek çok edebiyatçıyı da çarptığını söylemek mümkün. Hasan Bülent Kahraman’ı filozoflara özgü somut hayata mesafe koyan bir dille gündelikçi kadınların anlayışsızlığından dertlenmeye götüren sebepler, filozofla bakıcı kadının karşılaşması örneğinde bize zaman zaman bir tür mahşer günü öncesi hesaplaşmasının olağan ayrıntıları halinde görünüyor: http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/kahraman/2010/09/12/kadin_bulmak_zor_istir
Filozofla bakıcı kadın arasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkan, kaderin sinsi sinsi ağlarını örerek hazırladığı yakınlaşma Tahsin Yücel’in “Yalan” isimli görkemli romanının insana enikonu Kien’den esinlenilmiş gibi gelen yaşlı erkek kahramanı Yusuf’la genç köylü kadın Cemile arasındaki ilişkide de karşımıza çıkıyor. (Belki de bir esinlenmeden söz etmemek gerekir; filozofla bakıcı kadının buluşmasını yaygınlaştıran bir toplumsal örgüsü var günümüz dünyasının.) Bu kez “bakıcı kadın” ümmi bir bilge, bir türkü perisi olarak da görünür ve bilginin hayata karşı güçsüzleştirdiği erkeği duygusal zekası ve anaçlığıyla kuşatır.
Bakıcı kadın soyut düşüncenin karşısına zorlu hayat derslerinin verdiği imtiyazla geçerken elinden geleni ardına koymamaya ahdediyor, hiç değilse roman’tik örneklerde… Sanki söz konusu olan kelimelerin ve soyut düşüncenin derinliklerine dalma lüksüne sahip olmuş erkekle, kirli işlerin üzerinde bir meslek edinme şansına sahip olmamış yoksul kadın arasında gerçekleşen geç bir denkleşme çabasıdır.
Kadınla erkeğin yolu bir bakıma şefkat ve merhametin değeri küçümsenen pratiğiyle, soyut düşünce alanında düşe kalka da olsa takdir hislerinden, övgülerden mahrum kalmadan yol alınırken başa gelen yalnızlığın zemininde kesişiyor. Yeteneklerinin neşeli bir üretkenliğe dönüşmesini sağlayacak fırsatları ya kaçıran ya da bu fırsatlardan tamamen yoksun kalmış olan kadın, kirli işler alanındaki becerisiyle, düşünme yeteneğini derinleştirme imtiyazına sahip olmuş bir ömrün nihai planında son sözü söyleme konumunu elde ediyor.