Kasımdan beri devlet başkanı olmayan ve geçen hafta Hizbullah'ın ordudan güçlü olduğunun görüldüğü Lübnan gerçek bir ülkeye benzemiyor. Lübnan sadece bir isim değil, gerçek bir ülke olarak bir arada kalacaksa, Hizbullah yapay bir devlet içinde ayrı bir devlet olarak hükmedemez

Lübnan'ın, topraklarında yaşayanların devletlerine hiçbir zaman sadakat beslemediği ve hiçbir zaman da beslemeyeceği bir ülke olduğuna inanma eğilimi var.
Tarihçiler, belli bir inandırıcılıkla şunu savunuyorlar: Lübnanlılar Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşı'nın sonunda çökmesinin ardından Büyük Suriye'ye bağlanmış olsalar, belki de huzur içinde yaşayacaklardı. Daha büyük bir bütünün parçası olmak, Hıristiyanlar ve Dürziler, hatta belki Şii Müslümanlar için, çoğunlukta oldukları bölgelerde hayırlı bir özerkliğe sahip olma ihtimalini (ama sadece bir ihtimal) gündeme getirebilirdi.
Ne var ki bütün bunlar akademik sözler. Son birkaç ayda ve bilhassa da geçen hafta, Lübnan gerçek bir ülkeye daha da benzemez bir haldeydi. Kasımdan bu yana ülkenin bir devlet başkanı yok: Parlamento yeni bir başkan seçemeyecek kadar bölünmüş durumda. Şiilerin parti-milis karışımı Hizbullah örgütünün başını çektiği muhalefet, parlamentonun çıkardığı yasalar ve kabinenin bileşimi konularında veto hakkını elde edene dek işbirliği yapmayı reddediyor.

Ordu dağılmaya hazır
Geçen hafta Sünni öncülüğündeki koalisyon ulusal havaalanının güvenliğinden sorumlu bir Hizbullah üyesini görevden almaya ve Hizbullah'ın iletişim ağını dağıtmaya teşebbüs etmesinin ardından, Şii milisler kısa süreliğine başkent Beyrut'un tam merkezini işgal etti. Çıkan çatışmada, İsraillileri ülkeden uzak tutmak gerekçesine dayalı özel bir anlaşma uyarınca silah taşıyan Hizbullah, bu kez namluları Lübnanlı kardeşlerine çevirdi. Hizbullah'ın Lübnan'ın ulusal ordusundan daha güçlü olduğu çabucak görüldü. Zira ülkenin yegâne birleştirici kurumu olarak övülen ordu, aslında her an dağılmaya hazır bir yapıda.
Lübnan'a her zaman bu kadar umutsuz bir gözle bakılmıyor. İşler yolunda gittiğinde, çok mezhepli bir devlete dair nadir bir örnek olarak selamlanıyor -Arapların alameti farikası olan demir yumruklu, merkezileşmiş otoriter iktidarın tersine, herkesin kozmopolit, girişimci ve karşılıklı hoşgörüye dayalı bir ortamın keyfini sürdüğü bir yer olduğu söyleniyor. Bu umutlu Lübnan resmi üç yıl önce, ülkedeki son topyekün iç savaşın sona erdiği 1990'dan beri Lübnan'a hükmeden komşu büyük ağabey Suriye çekildiğinde kısa bir süreliğine mümkün göründü. Söz konusu çekilme, ülkenin resmen tanınmış 18 dini grubunun üyelerinin ulusal uyum içinde bir araya geleceği umudunu doğurdu. Bu bir araya geliş asla gerçekleşmedi. Bu en son mezhep temelli şiddet nöbeti günün birinde gerçekleşeceğine dair de kuşkular yaratıyor. Ancak Lübnan'ı bir arada tutma çabasından başka ciddi bir alternatif de yok ortada.
Lübnan birçok bakımdan, genel olarak bölgeyi sarsan katmanları ve husumetleri yansıtıyor. Aslında bütün sorun bu. Son yıllarda Irak ve İran Şiilerinin sesleri çok daha yüksek çıktığı için, Lübnan'daki dindaşları geçmişteki yoksulluk ve siyasi aşağılanmanın da öfkesiyle, kendi ülkelerinde daha ileri, hatta hâkim bir rolü hiç olmadığı kadar ısrarlı bir biçimde talep ediyorlar ve Lübnan'ın en büyük grubu olarak güçlerini her geçen gün artırıyorlar. Dahası bölgedeki destekçileri, özellikle İran, ama onun yanında Suriye de, Hizbullah'ı Akdeniz'in doğu ucundaki, düşmanları İsrail'in de hemen kuzeyindeki keskin pençeleri olarak görüyor.
Bu da bölgenin Sünnilerini, yanı sıra Yahudilerini tedirgin ediyor. Bu hafta Suudi Arabistan dışişleri bakanı istisnai sertlikte bir üslupla, İran'ı Lübnan'da 'askeri bir darbeyi desteklemekle' suçladı. İsrail de kendi payına diken üstünde. Tel Aviv, Sünni İslamcı Hamas'ın (ki o da Suriye ve İran'dan destek alıyor) hemen güneyindeki Gazze'yi kontrol ettiği bir dönemde Hizbullah'ın (ki iki yıl önceki son derece hatalı savaşta bileğini bükmeyi başaramamıştı) güçlenmesini kaygıyla izliyor.
Ülkelerinin bölgesel güç savaşları ve onların maşalarının mekânı olmasından dolayı acı çekecek olanlar Lübnanlılardan ibaret değil. Bir yandan Arapçı El Cezire televizyonuna ev sahipliği yapıp diğer yandan ABD'nin Körfez'deki en iyi dostlarından biri olmayı beceren Katarlılar bu hafta Lübnan'da sükuneti sağlamak amacıyla bölgesel bir konferans düzenlenmesini önerdi.
İsrail-Filistin ihtilafının çözüm yoluna girmesi de Lübnan'ın sorunlarının hallini kolaylaştıracaktır. Hele İsrail'le Suriye arasında düzgün bir barış, ki bunu başarmak hiç de akla uzak sayılmaz, Lübnan'ın içine sürüklendiği zehirli suların durulması bakımından daha da büyük katkı yapacaktır.

Seçim yasasının değişmesi şart
Lübnan'ın yeni bir anayasaya ve yeni bir seçim yasasına ihtiyacı var. İdeal olanı, parlamentonun nüfus yapısını daha isabetli bir biçimde yansıtacak şekilde seçilmesi, belki bütün grupların söz hakkına sahip olacağı ve kimsenin dışlanamayacağı özel bir formül üzerinden bir Senato kurulması. Hizbullah'ın öncülüğündeki Şiiler tek başlarına en güçlü grup olarak ortaya çıkabilir.
Fakat Lübnan sadece bir isim değil, gerçek bir ülke olarak bir arada kalacaksa, Hizbullah yapay bir devlet içinde ayrı bir devlet olarak hükmetmeye devam edemez.

Kaynak: Radikal