Türkiye'de ulusalcılar büyük bir telaş içinde. Meşruiyetlerini korumak ve biraz da topluma korku salmak üzere, ekonominin; Kıbrıs, Ermeni ve Kürt meselesi dolayısıyla Anadolu'nun, dolayısıyla cumhuriyetin ve elbette bunun sonucu olarak beyaz iktidar seçkinlerinin tasfiye edilmekte olduklarını söylüyorlar.

Söyledikleri doğru. Fakat bu, herhangi bir şey ifade etmiyor. Çünkü küreselleşmenin kendini empoze etmesiyle iç içe girmiş olan dört daire söz konusu:

      a)Yerel olan öne çıkıyor, ulusal olana meydan okuyor. Bir bakıma Avrupa Birliği (AB) süreci bunu kolaylaştırıyor. Eskiden ana gövdenin bir parçasıyken ve onunla bir arada yaşarken, şimdi yerel veya yöresel olan, kendini bir azınlık olarak tanımlamak istiyor. Çünkü kendini ancak o küçük alanda koruyabileceğini veya varlığını sürdürebileceğini zannediyor. . Mesela Çerkezler çok büyük bir atak yaptı. Gençler, kitleler halinde Kafkaslara gidip, orada kendilerini yeniden keşfediyorlar. Çerkezce dil kursları peş peşe açılıyor, Çerkez folkloru ve şarkıları yeniden canlandırılıyor, hatta Çerkez Ethem'e itibarının iade edilmesi için çalışıyorlar. Burada yerel ve yöresel olana bir dönüş var. Böylece sürece karşı kendilerini koruyabileceklerini ve var olabileceklerini düşünüyorlar. Bir yönüyle Kürt meselesini de bu çerçevede ele alabiliriz.

      b)Yerel olandan sonra ikinci halka, ulusal olandır. Burada ulus devlet ve ulusalcılık en ciddi saldırılara maruz kalmaktadır. Tam anlamıyla tazyik altındadır. Hem aşağıdan ( tabandan ) yerel ve yöresel olan onu zorluyor hem de dışardan küresel olan gelip onu çözmeye çalışıyor. Böyle bir psikolojik ve kültürel ortamda ulusal olana vurgu daha fazla yapılmakta ve bu milliyetçilik olarak  tezahür etmektedir. Tabii akıllı olanlar bu süreci bir şekilde aşabilmek ve varlıklarını devam ettirebilmek için bölgesel entegrasyonlara doğru gitmeye çalışıyorlar.

     c) Türkiye'ye baktığımız zaman başka bir faktör daha var. Bu faktör, Türkiye'nin imparatorluk bakiyesi olan bir ülke olmasıdır. Balkanlar elimizden çıkınca, buralarda yaşayan insanlar Anadolu'ya doğru geldiler ve bir süre sonra Ankara başkent seçildi. Türkiye'deki farklı etnik gruplarının hemen hemen tamamının milli sınırlar dışında devamları vardır. Sanki bir ağaç gibidirler ve bu ağacın kolları, Balkanlara, Kafkaslara, Ortadoğu'ya doğru uzanmaktadır.  Çerkezler, Gürcüler, Araplar, Kürtler, Arnavutlar vs. de  buradadır. Bir defa burada yaşayan insanlar imparatorluğun bakiyesidir ve halen şuur altlarında ümmet fikrini atmamışlardır, bilinçaltında bunu kuvvetli bir şekilde taşırlar. "Milli olan" üstünü örtmüştür.Dışarıda bir vukuat meydana geldiğinde, mesela Ruslar Çeçenlere, Sırplar Boşnaklara veya Arnavutlara, İsrailliler Filistinlilere, Amerikalılar Iraklılara haksızlık yaptığı ve saldırdığı zaman, burada yaşayan insanlar, imparatorluğun refleksi ve Müslüman olarak kendilerini bittabi sorumlu hissediyorlar.

      İslam, referans, hâkim ve belirleyen bir dil olmaktan çıkarıldığında, yerini milliyetçilik doldurmaya başlar.

       d) Son bir faktör daha var. Bize rağmen Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin, arkasından Ermenistan'ın kurulması bir tehdit olarak algılanıyor. Bilinçaltımıza göre bunlar bizim kolumuz, kanadımız altında olmalıydılar !.. Fakat şu anda konsept değişiyor. Bu ise, Amerika'ya İsrail'e, Ermenistan'a veya Ermenilere karşı milliyetçi bir tepki olarak ortaya çıkıyor.

      Bütün bunları bir arada düşündüğümüz zaman, ortaya çıkan sonuç şudur : Taşlar artık yerinden oynamıştır ve taşların bu şekilde oynamış olması, bütün bölgeye rahatsızlık veriyor. İçinden geçmekte olduğumuz sürecin bir benzerini Mısır ve Arap âlemi de yaşamakta ve herkes "bu yeni dünyada, ben nasıl var olabilirim" demektedir.

      Bu süreç öznesiz ve belirsiz bir süreçtir. Bunu tayin edenin ve aktörün, sahiden Amerikan devlet başkanı (Bush, Obama veya bir başkası) olup olmadığı bilinmiyor. Hatta birinci sınıf gözlemcilere göre, aslında George Bush gibi insanlar zurnanın son deliği. O halde gerçek kimdir? Petrol şirketleri, silah tüccarları veya çokuluslu şirketler midir ? Kim bunları yönetiyor ve karar veriyor? Küreselleşmenin en önemli belirtilerinden biri, milli sınırları tanımayıp büyük bir akışkanlık sağlamasıdır. Peki, akan nedir? Akışkanlığın % 97'si ülkeler arasındaki sermayedir. Bunun yanında bilgi ve kültür de akıyor. Fakat bilgi, sığ diyebileceğimiz bir bilgi, kültür ise -değersiz- pop ve magazin kültürüdür.  


     Diğer yandan biyolojide ve fizikte ( kuantum fiziği ) belirsizlikler baş  göstermiş bulunuyor. Gen teknolojisinin geldiği son nokta, maddi yapı taşı olan atomun parçalanması, elektronlar ve protonlar, bunların dalga mı yoksa parçacık mı oluşu, tartışılan konulardır. Bir Müslüman açısından bakacak olursak, Allah, göklerin ve yerin nurudur. Madde, karanlığın kesafetinden ortaya çıkmıştır, aslolan nurdur. Bir Müslüman'ın zihninde belirsizlik olmaz. Biz bir arayışın içinde olamayız, çünkü aranan zaten vardır ve elimizin altındadır. Asıl modern insanın paradigması çökmüş, dünyası yıkılmıştır. Engin ve derin bir belirsizliğin içinde kriz yaşamaktadır. Bu kriz öylesine kapsamlı bir krizdir ki, onu bastırmak, ortaya çıkmasını önlemek için savaşlara ve işgallere başvurmaktadır. Zira krizin legalleşmesi demek, yeryüzünde her şeyin alt-üst olması demektir. İşte bundan dolayı, sorunu daha kapsamlı ve derinde aramak gerekir. Çünkü mesele, sadece milli veya milliyetçi tepkilerden ibaret değildir. Önce milliyetçiliği, ulus devleti, millet kavramını analiz etmemiz, sonra Türk milliyetçiliğine dönüp bakmamız icap eder. Aslında şiddet, milliyetçiliğin tabiatında vardır; küreselleşme üzerinden kendini var kılmayan çalışan modernlik krizleri derinleştirerek şiddeti de derinleştirmekte ve küreselleştirmektedir. Milliyetçi şiddeti besleyen bir faktör de budur.

      Habermas, geldiği noktada şunları söylüyor: "Batı sekülarizmi öne çıkardı ve bütün dünyaya empoze etti; fakat sekülarizm veya sekülerlik, insanlara nihilizmden başka bir şey vermiyor. Peki, biz hem seküler kalıp hem de nihilizmi nasıl aşabileceğiz; belki de yeni şeyler yapmak gerekir."

     Son zamanlarda Avrupa'da, yerden mantar biter gibi, etik dernekler kuruluyor. Ancak benim kanaatime göre, Avrupa'nınki umutsuz bir vakadır. Çünkü Avrupa, Aydınlanmanın bütün kaynaklarını tüketti. "Ne zaman ki kapitalizm -bugünkü adı küreselleşmedir-  krize girse, krizi bastırmak için periferiye, yani çevre ülkelere gider ve oralarda savaş çıkartır. Şuanda da krizini bastırmak için, Afganistan, Irak ve Ortadoğu'da savaşlar çıkarmaktadır."