İsrail gizli güvenlik servisi Mossad’ın, geçen ay önde gelen bir Hamas komutanının Dubai’de suikasta uğratılmasından dolayı suçlanması kaçınılmazdı. İsrail’in sarih bir gerekçesi var: Hamas kendisini İsrail’in şiddet yoluyla yok edilmesine resmen adamış durumda. Ve Mossad’ın da dışarıdaki düşmanlarına yönelik devlet destekli yargısız infazlardan oluşan bir sicili var.

Cinayetin arkasında kimin olduğuna dair hakikat hiçbir zaman ortaya çıkmayabilir. Britanya’nın resmi görüşü, sadece operasyonda sahte Britanya pasaportlarının kullanılması üzerinden şekillenmiş görünüyor (sanki Britanyalı casuslar sahte belgelerle seyahat etmiyormuş gibi). İster istemez şöyle bir izlenim oluşuyor: Cinayet daha ihtiyatlı işlenseydi, Dışişleri bunu tamamen görmezden gelecekti. Neticede Britanya Hamas’ın dostu falan değil neticede.

Fakat suikast görmezden gelinemeyecek gerçekliklerin önemli bir hatırlatıcısı: İsrail ve Filistinliler daimi bir savaş hali içinde; değişen tek şey çatışmanın şiddeti. Britanya, Ortadoğu’da derin stratejik dahli bulunan Batılı bir güç olarak, istese de istemese de bu çatışmanın parçası.

Fakat askeri gücün tersine, diplomatik nüfuzu ustalıkla kullanmak o kadar kolay değil. İsrail politikasını iki korku belirliyor. İlki ve gayet haklı olanı, ülkenin büyük oranda düşman devletlerce kuşatılmış olması ve bu devletlerden bazılarının İsrailli sivillere terör saldırıları düzenleyenlere ev sahipliği yapması. İkincisi, herhangi bir kesimden gelen eleştirinin Yahudi devletinin meşruiyetine dair zımni bir soru içerdiğine dair haksız bir korku da söz konusu.

Bu paranoya daimi olarak tecrit edici militarizmden medet ummaya yol açıyor. Ayrıca Filistinliler adına korkunç bir adaletsizlik yatarak, İsraillilerin sahip olmak için can attığı güvenliğin tesisini sürekli olarak engelliyor.

Fakat Filistin tarafında da muadil bir paranoya var.
İslamcı radikallerin hararetle pompaladığı fikre göre, ABD ve Avrupa’nın İsrail’e yönelik politikası daha büyük bir komplonun parçası; en aşırı biçimiyle bu görüş ‘Siyonizm’i Batılı küresel hegemonya için bir amentü gibi kullanıyor.

Bu önyargıları kırmak giderek güçleşiyor. Sonuç olarak diplomatik girişimler daha başlamadan kuşkuyla malul oluyor. Sözgelimi İsrail için, sivillerini korumak adına tek taraflı güç kullanımından başka mekanizma görmediğinde, itidal çağrılarına kulak vermek zorlaşıyor. Diplomatik zorluk, İsrail’in şunu anlamasını sağlamak: Uluslararası kamuoyuyla temas bile kuramamak, ülkeyi daha da az güvenli kılacak bir tecrit tehlikesini ortaya çıkarıyor.

Arabulucuların önemi iyice arttı
Bir İsrail-Filistin anlaşmasını kotarabilecek bütün arabuluculara yönelik ciddi bir güven azalması, belki de bugün Ortadoğu’daki en aşındırıcı güç konumunda. İsrail’de bu, kendi içine kapanan bir milliyetçiliğin yükselmesine ve liberal muhalefetin marjinalleşmesine yol açıyor. Filistin’deyse teröristlerin elini güçlendiriyor.

Barışı hızlandırmanın en emin yolu, İsrail’in, nefsi müdafaanın tercih edilen biçimi olarak aşırı güç kullanımının yarattığı ve ülkeye zarar veren döngüden kurtulması. Bunun için de İsrail’in komşularının ilişkileri normalleştirmesi gerekiyor. Fakat somut değişimler yaratmanın araçlarına sahip olan taraf, ihtilaflı topraklardaki işgalci güç sıfatıyla İsrail. Bu tür bir değişim ihtilafın çözümünü bir anda yakınlaştıracaktır.
İsrail en büyük zayıflığı daima şu: Kendi gücünü bilmiyor. Uluslararası toplum İsrail’e tavizde bulunacak özgüveni vermek hususunda harekete geçmeli. (Başyazı, 21 Şubat 2010)

 

Kaynak: Radikal