Pakistan'ın teröre karşı işbirliğinin sürmesi, Hindistan'la arasının düzelmesine bağlı. Zira aşırılıkçılar Delhi'ye karşı 'gerekli' görülüyor

Pakistan'dan gelen iyi haber şu ki, iktidarı darbeyle ele geçiren Pervez Müşerref istifa etti. Daha da iyisi, başkanlığını bir suikastçı değil, sivil siyasi baskı bitirdi. Bazen dünyanın en tehlikelisi olarak tarif edilen bir ülke için, bu durum cesaret verici biçimde demokratik görünüyor. Kötü haberse, Müşerref'in gidişinin Pakistan'ı daha az tehlikeli hale getirmiyor olması. Sevilmeyen başkana yönelik düşmanlık belki de bölünmüş hükümeti birleştiren tek güçtü. Şimdi sahne, merhum Benazir Butto'nun ailesinin hırslarının aracı olan Pakistan Halk Partisi'yle, eski başbakan Nevaz Şerif'in Pakistan Müslüman Birliği arasında acımasız bir iktidar mücadelesi için hazır hale geldi.
Nükleer güç olmasından ve Afganistan sınırında Taliban ve Kaide'ye ev sahipliği yapmasından dolayı, Pakistan'ın siyasi karmaşası Batı açısından açık endişe kaynağı. Müşerref'in yönetimi demokratik değildi, fakat ABD'den bakıldığında stratejik bir berraklık sunuyordu. General 'terörle savaş'ta müttefikti.
Fakat Müşerref başarısız oldu ve bu kısmen bir Beyaz Saray maşası olarak görünmesinden kaynaklanıyor. Pakistan hiçbir anlamda 'Batılı' bir ülke değil. Askeri açıdan güçlü ama ekonomik olarak az gelişmiş, sömürgeci karşıtı mücadeleden doğmuş ve ikinci en büyük Müslüman nüfusa ev sahipliği yapan bir ülke. Müşerref'in ulusal çıkarları ABD'ye hizmet etmek için arka plana atmasının, kısmen milliyetçi, kısmen de İslami bir geri tepmeyi tahrik edeceği en baştan belliydi. Bu geri tepme, Müşerref'in rejiminin ABD'ye daha fazla yaslanmasına ve daha baskıcı olmasına yol açtı. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, pek çok Pakistanlı artık iç siyasi özgürlükle Amerikan dış politikasını ilişkilendirmiyor.
Bu durum Pakistan'ın Taliban tarzı radikalizmin yatağı olduğu anlamına da gelmiyor. Aşırılıkçı partiler oyların yüzde 10'unu bile toplayabilmekte zorlandı. İslamabad'ın cihatçı terörün tehdit olduğuna ikna etmek için fazla çabaya gerek yok. Geçen yıl İslamcı militanlar, 11 Eylül saldırılarında ölen insan sayısından daha fazla Pakistanlı öldürdü.
Fakat Pakistan, 'terörle savaş'tan çok önceden beri varolan endişelerden dolayı, aşırılıkçıları sindirme konusunda siyasi kararlılığı sağlayamıyor. Ordusu ve istihbarat kurumu, Hindistan'a karşı Taliban'la çalıştı. Bu güçler, Delhi'yle NATO destekli Afganistan arasında doğmakta olan ittifak karşısında giderek alarma geçiyor. Pakistan, Afganistan Müslüman fanatiklerin yönettiği ilkel bir tampon bölgeyken, en eski düşmanına karşı daha güvenli hissediyordu. Taliban savaşçılarının Pakistan'da sığınak bulabilmesi de Afganistan'daki NATO komutanları için öfke sebebi. Fakat Pakistan aşiret bölgelerindeki Taliban ve Kaide üyelerini sınırdışı edebilecek olsaydı bile, bunu denemesinden önce övgü dolu sözlerden ve Batılı başkentlerden gelecek nakit paradan daha büyük bir teşvik gerekecekti.
Müşerref iktidardayken, Batı Pakistan'ın stratejik bakışının nüanslarıyla ilgilenmekten kaçındı. Müşerref'in gidişi bu görevi hayati hale getiriyor. Batı, İslamabad-Delhi ilişkilerini düzeltmek için daha fazla enerji harcamalı. Bu tabii ki uzun vadeli bir hedef; Batı'nın Pakistan'da kısa vadede yaşanacak olaylar üzerinde az kontrolü var. Bu kısıtlamayı teslim etmek de akıllıca olur. Yeni ve akla yatkın bir strateji, çıkarlarının Batı'nınkilerle kesiştiğini görecek istikrarlı ve demokratik bir Pakistan'ı teşvik etmeli.

 

Kaynak: Radikal