Aralık-2006?da Ortadoğu gezisine çıkan Tony Blair, Dubai?de şunları söylemişti: ?Dünyada demokrasi ve modernleşmeye inananlar ile inanmayanlar arasında müthiş bir mücadele yaşanıyor.?Blair?e göre, Irak işgali ve arkasından öngörülen operasyonlar, ?değişmeye ve modernleşmeye direnen güçlerin te?dibi ve değişmeye zorlanması? amacını taşımaktadır. Başka bir ifadeyle, Batı dünyasının İslam dünyasını güç kullanarak ?değiştirme? gibi bir misyonu vardır. Modern dünyanın ruhunu ve belki yakın gelecekte hepimizin yaşayacağı kabusları anlatan bu sözlerin ne anlama geldiğini yakından anlamakta fayda var:1798?de Napolyon?un Mısıra ayak basmasından beri İslam Dünyasının önüne konan ana gündem maddesi ?modernleşme? ve bununla ilişkili kılınan ?değişim?dir. Devletlerin takip ettiği sosyal ve iktisadi politikaların neredeyse tümü ?değişim? amaçlıdır. ?Değişim?in diğer adı ?modernlik ve modernleşme?dir. ?Değişim?, modern hayata katılmanın, modernliğe uyum sağlamanın hem simgesi hem siyasi ideolojisidir. Değişimi kabul etmeyen sadece modern dünyanın dışına atılmayı kabul etmekle kalmıyor, aynı zamanda sosyo-politik sistemin, kısaca hayatın dışına atılma ve Tony Blair?in dediği gibi güç kullanımına maruz kalma cezasına da müstahak oluyor.Öyle olmakla beraber gerek aydınların, gerek halkın zihninde bu konuda bir vuzuh yok. Yani aslında bazı semboller ve forma ait kabullerin ötesinde ?değişim?in ne olduğunu kimse bilmiyor.Modernlikle özdeşleştirilenden ayrı olarak, değişim kozmik, ontolojik ve beşeri/toplumsal bir fenomendir. Varlık aleminde hareket ve değişim halinde olmayan hiçbir şey yoktur. Sadece araz değil cevher de hareket halindedir. Arap şairinin söylediği doğrudur: ?Değişmeyen tek şey değişimdir!? ?Cevher?de dahi hareketten bahsetmek önemlidir. Çünkü Yunan filozofları ve Meşşai filozoflar hareketin sadece ?araz?da olduğunu düşünürlerdi. Büyük hakim Molla Sadra değişimin cevherde olduğunu ispatlayarak (Cevher-i Hareket teorisi) Aristo?yu ve İbn-i Sinayı tahtından indirmiş oldu. Fakat elbette ?değişim? salt bir hareket değildir. Değişim hem bir hareket fenomeni hem ahlaki yönelimdir. Yani kurallı, amaçlı ve anlam yüklüdür. Varlıkta her şey değişiyorsa, bu, hiç bir şeyin kendinden kaynaklanan bir sabitesi, gücü ve iradesi olmadığı anlamına gelir. Başka bir ifadeyle her şey ?fani?dir, geçici, sonlu izafi ve sınırlıdır. Mutlak ve baki olan yalnızca Allah?tır. Değişimin ahlaki yönelimi ya ?dikeydir? ki, bu ahlaki kemale işaret eder veya ?düşey?dir bu da tereddiye, çöküntüye sebebiyet verir. Beşeri ve toplumsal değişimi ele aldığımızda bu iki ahlaki yönelimi göz ardı edemeyiz. ?Evet, değişmeliyiz!?, zaten zorunlu olarak bizi etkisi altına alan bir hareket ve değişim süreci vardır, ama hangi yönde, nasıl ve ne amaçla değişmemiz gerekir? Bu, değişim kadar önemli bir sorudur. Son iki yüz yıldır önümüze konan şey bir ?değişim projesi?dir. Yani hiçbir değişim talebi ne masumdur ne değerden bağımsızdır. Bu projeyi başlangıçta ?Avrupa?nın geleneksel modernliği? inşa etmişti. Bu gün ?ABD?nin başını çektiği ?küresel modernlik? içini doldurmakta ve bölgedeki operasyonlarının gerekçesi olarak öne çıkarmaktadır. ?Küreselleşme?yle ilgili yaygın bir zihin karışıklığı vardır, herkes kendine bakan yönünü alarak tanımlamaktadır. Şu veya bu tanım olsun, sonuç itibariyle küreselleşmenin modernlikten ayrı olduğu düşünülemez. Küreselleşme geleneksel modernliğin küre çapında ölçek büyütmesi olarak görülebilir. Hala Batı?nın adını koyduğu, tanımladığı ve bütün küreye empoze etmeğe çalıştığı süreçlerin bütünüdür. Küreselleşmenin kazanç sağlayıcıları vardır, mağdurları ve dışlanmışları da. Biz hangi saftayız ve niçin buradayız? Aydınlanma felsefesinin ve modernliğin küre ölçeğindeki versiyonu olarak küreselleşme başka şekilde olabilir miydi? Bu sorulmaya değer bir sualdir. En azından teorik olarak bu soruya ?evet? cevabını verebiliriz, eğer başka şekilde olmadıysa, bunun sebepleri üzerinde durmamız gerekir. Bu önemli konuyu daha geniş olarak ele almaya çalışacağım. (19 Mart 2007.)