Türkiye bir İslam ülkesi, yüzyıllarca İslam'ın bayraktarlığını yapmış, iyi kötü İslami hükümlere göre yönetilmiş, halkı Müslümanca yaşamaya çalışmıştır. Bugün de İslam dtünyası üzerinde belli bir iddia taşımaktadır. Ancak Türkiye, İslami ilimler ve tefekkür bakımından yoksul bir ülke. Cemaatler gibi bağımsız oluşumlar da yeterli formasyonda entelektüel ve bilgin yetiştiremiyorlar. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Bu yazıda bir tanesi, ilahiyat fakülteleri bağlamında ortaya çıkanı üzerinde durmaya çalışacağım.
Önce şu sualleri sormamızda zaruret var: İslami ilimlerin ve tefekkürün gelişmesinde, büyük umutlar bağlanan ilahiyat fakültelerinin rolü ne olabilir? Kurucuların maksadı ile dışarıdan yüklenen misyon birbiriyle tetabuk ediyor mu?
Bu, şimdiye kadar yeterince üzerinde durulup cevabı aranmamış suallerdir. Olumlu veya olumsuz bu suallerin cevaplarının ipuçlarını bugüne kadar ilahiyatların ortaya koyduğu performansa bakarak yakalamaya çalışmak mümkün. Zaten salt teorik olduğu ve deneysel verilerle desteklenmediği için bir ölçüde polemik mütalaa ve mülahazalardan kaçınmak için, bugüne kadar ortaya konan hasılaya bakıp bir fikir yürütmekten başka seçeneğimiz de görünmemektedir.
Belirtmek gerekir ki, İmam Hatip okullarının zorunlu devamı olan Yüksek İslam Enstitüleri ile İmam Hatip okulları yanında düz liselerden de öğrenci alan İlahiyat fakülteleri arasında belli bir ayrım yapmak gerekir. Elimizdeki deneysel verilerden hareket edecek olursak, İslami ilimlere vukufiyet ve İslami kurucu-bilgiye dayalı tefekkür formasyonu açısından bakıldığında Yüksek İslam enstitülerinin görece daha iyi oldukları söylenebilir. Bunun sebebi tabii ki, ilahiyatlarda öğrenime başlayan öğrencilerin bir bölümünün orta ve lise öğrenimi sırasında İslami ilimlerden, Arapçadan yoksun olarak gelmeleri gösterilebilir; ancak bunun yanında İlahiyatlar ile Yüksek İslamlar arasında belli belirsiz bir paradigma ve bakış açısı farkının da payını görmezlikten gelmemek gerekir.
İlahiyat fakültelerinde kuşkusuz İslami ilimler ve modern bilimlerin bir kısmı okutulmaktadır. Bunun arka planda iyi bir formasyon için gerekli olduğunda kuşku yok; şu var ki, söz konusu öğretim süreci "ilahiyat/ teoloji" olarak ifade edilmektedir. Bu çerçevede isimlendirmenin kendisinden hareket etmek gerekirse, "ilahiyat/teoloji" kavramsallaştırmasının İslam akidesine ve kelam geleneğine uygun olmadığı görülür. Belli ölçüde sorun da buradan kaynaklanmaktadır. Şöyle ki:
"Teoloji" ağırlıklı olarak Hıristiyan ilahiyatının ana tartışma konusu olan "İsa'nın tabiatı", başka bir ifadeyle "Tanrı'nın zatı" üzerinde doğan bir tartışmadan çıkmış, zaman içinde dal budak salmış ve bugünkü kavramsal çerçevesini kazanmış bulunmaktadır. Meşru ve kabul görmüş İslam kelamı açısından "Allah'ın zatı" düşünme, inceleme ve tartışma konusu değildir; olsa olsa Allah'ın isimleri, sıfatları ve fiilleri meşru bilgi ve tefekkürün konusudur. Bu konuda Sünni-Şii, Zeydi-Zahiri hiçbir mezhebin aykırı görüşü yoktur; belki de "kiyl" dahi görüşün serdedilmediği tam bir icma söz konusudur. Bu da bize gösteriyor ki, Hıristiyan geleneğe ait ilahiyat/teoloji ile İslam kelamı ve akaidi arasında uzaktan yakından bir ilişki yoktur.
Hangi mülahaza ile idiyse, Yüksek İslam Enstitüleri lağvedildi, İlahiyat fakülteleri kuruldu. "Yüksek İslam" ise geleneğe ve İslam'ın bilgi kategorisine daha uygun bir isimlendirme idi. Zira kelam dışında, meşru ayrıma göre de "avam (geniş halk kitleleri)", gündelik hayatın tanzimi ve ibadetlerin yürütülmesi için gerekli zaruri bilgiler seviyesinde bir eğitim ve öğretime tabi tutulur, bu da çoğunlukla "İlm-i hal (Müslümanın beşeri durumunu İslami akide ve kabul görmüş muamelata göre tanzim eden bilgi)" olarak ifade edilir. Havass'ın ilgi alanı içine giren bilgiler ise daha sofistike, daha özel ve karmaşık bilgilerin öğretilmesine dayalıdır. Doğru bir tanımlama yapmak icap ederse Ümmi İslam, mescit hocalarının öğrettiği İlm-i hal bilgilerin öğretilmesini ve buna göre eğitimi; Kitabi İslam ise İslami ilimlerin okutulduğu karmaşık, uzmanlık isteyen bilgi disiplinlerini ön göremketdir. Bu alanda dil, usul, fıkıh, hadis, tefsir, kelam vb bilgi disiplinleri öğretilir. Bu alandaki öğretime ve tedrisata "yüksek İslam" denmesi mümkündür.
Gelenekteki halka (avama) dönük öğretim ile uzmanlık gerektiren havassa dönük öğretimin bugünkü "yaygın" ve "örgün" eğitime tekabul ettiği söylenebilir. Bugüne kadar elde edilmiş sonuçların kritiği bakımından, "Yüksek İslam Enstitüleri"nin "İlahiyat fakülteleri" şeklinde değiştirilmelerinin çok da isabetli olmadığı anlaşılmaktadır. Yapılacak kökle ve kapsamlı bir reformda, İlahiyat Fakülteleri "Yüksek İslam Fakülteleri" olarak değiştirmek gerektiğini düşünüyorum.