Uluslararası Kızılhaç’a henüz giriş izni yok. Belki birkaç gün içinde, bölge emniyet altına alınınca. Erkekler ve delikanlılar, kadın ve çocuklardan ayrıldı. Mülteciler akın akın. Kadın, çocuk, yaşlı, az sayıda erkek. Kamyonlarla götürülüyorlar. İstikamet bilinmiyor. Yıkım. Gazeteci yok, BM için hareket serbestisi yok. Yer Srebrenica.

Karşı konmaz, tehlikeli, korkutucu, çoğu kez hatalı paralellikler var. 1956’da Nasır, Eden için “Nil’in Mussolini’si”, 2003’te Saddam Bush ve Blair için “Dicle’nin Hitler’i” idi. “Bizim” olmadıkları sürece, diktatörlere karşı ayaklanmak çok moda. Bunu yapmadığımızda biraz hassaslaşıyor, tuhaf sorular soruyoruz. Neden “kayıtsız kaldık”? Esad’ın 1982’de Hama’da Sünni İslamcı muhaliflerini katledişi akla geliyor. Saddam’ın 1991’de Şii ve Kürt muhaliflerini katledişi. Tabii ki Srebrenica. Ve şimdi Humus. Libya’da Kaddafi Bingazi’ye ilerledikçe “kalkmaya hazırlardı”! Humus esnasında, bizim gençler dağıtılmayı beklediler ve “çatışma” asla başlamadı.

***

Evet, Srebrenica’nın hayaletleri gezegenimizde farkettiğimizden daha hızlı ilerliyor, gölgeleri Libya hapishanelerini ve Suriye şehirlerini karartıyor. Belki Hama’nın hayaletleri 1995’te, Srebrenica’nın düşüşünden önce orayı ziyaret etti. Suriye Savunma Birlikleri 30 yıl önce, vücutlarına el bombaları bağlanmış İslami intihar bombacısı genç kızlarla savaşarak, yeraltı tünellerinden geçerken Hama’daki nouriya su çarkları dönmeye devam ediyordu. Toplu katliamlar, infazlar dönen çarklar gibi. Bir an görüyor, sonra görmüyorsunuz. Sonra hepimiz “neden” diye soruyoruz. Buna nasıl izin verdik?

Hama’da belki 10 bin, Srebrenica’da 8 binden fazla. Humus’ta? Eğer bir yılda tüm Suriye’de 8 bin kişi öldüyse, Humus kurbanlarının sayısı çok daha az olmalı. Fakat BM istatistikleri Suriye ordusunun verdiği binlerce zayiatı içerir gibi görünmüyor. Humus’ta ve Hama’da hükümet askerleri de öldürüldü. Srebrenica’da fazla Sırp ölmedi. Elbette, NATO geçen yıl şehre girmiş olan Kaddafi tanklarını bombalamasaydı, Bingazi yeni Srebrenica olabilirdi. Suriyeliler bile Bingazi’de Kaddafi’nin “zenga, zenga”sı -özensiz bir çeviriyle “sokak sokak”- alay ettiler. Şimdi Suriye hükümeti kendi “zenga, zenga”sını yapıyor.

Srebrenica ve Humus arasında elbette başka paralellikler de var. Srebrenica’da Sırp saldırısından önce esrarengiz biçimde kurtarılan yerel Müslüman komutan Naser Oric, 1990’dan beri şehirdeki Sırp sivilleri öldürüyordu. Humus’ta, silahlı muhafızlar kendi mezhep katliamlarını yaptı. “Özgür Suriye Ordusu” askerlerinin düşmanlarının boğazını kesmekle övündükleri hikayelerin olduğu kuşatma sırasında, STK’lar Baba Amr’dan çekildi. Srebrenica’da Sırplar “İslamcı teröristlerle” savaştıklarını iddia etti. Bu Karadzic ve Mladiç’in favori iddialarından. Suriyeli Baasçılar da Humus’ta tam olarak onlarla savaştıklarını iddia ediyor.

Sonra bu akislerin kaynağı olan korkunç Srebrenica ve Humus aynaları var; Kızılhaç, gazeteciler giremiyor, erkek ve oğlanlar kadınlardan ayrılmış, kadın mülteciler ve öldürülen, kamyonlarla götürülen erkeklerinin hikayeleri. “Uluslararası toplumun” başarısızlığı.

Şu anda öfkemizi frenlemeyebileceğimiz kadar farkılılık da sözkonusu. Srebrenica’da Hıristiyanlar Müslümanlar’ı, Müslüman oldukları için öldürüyorlardı. Humus’ta Müslümanlar Müslümanlar’ı, bir taraf Şii Alevi, diğer taraf Sünni olduğu için öldürüyor. BM Srebrenica’ya “güvenli bölge” statüsü vermişti. Ne BM ne de NATO, Humus’a böyle şüpheli bir güvenlik sağlamadı.

Hatta aksine. Cesur liderlerimiz Suriye’ye askeri müdahaleyi tamamen ve mutlak surette reddettiklerini söyleyip durdu. Suriye konusundaki acizliğimizin reklamını yapmaya bu kadar hevesliyken, İran’ı gerçek veya uydurma nükleer silah programı için tehdit etmemiz tuhaf değil mi? Üstelik İran’da kimse katledilmiyor. Batı’nın “koruma hakkı” bedava dağıtılmıyor; özellikle kurbanlar korumamızı hak etmek için Ortadoğu’nun fay hatlarına fazla yakınsa. Onlara büyük şefkat duyuyoruz. Kızgınlık. “Şehit” kent Humus kulağa iyi geliyor, özellikle gerçeği taşıdığı için. Fakat acımak ucuz, merhamet kolay, keder ise bir ağrı kesici; en azından vicdan azabı çekenler için. Çok amaçlı yaptırımlar, bu dehşetten sorumlu tuttuğumuz rejimleri plastik dişlerle kemirirken, Suriyeliler kendi başlarına bırakılacak; Bosnalı Müslümanlar’ın yıllarca bırakıldığı gibi. Güç ve sessizlik koridorlarına kısa bir süre çıkalım. Biz gücümüzü Humus, İdlib ve Deraa’daki insanları korumak için çarçur ederken, İsrail ve Amerika İran’a saldırmaya karar verirlerse, ne olacağını Tanrı bilir.

Sonra çok amaçlı El Kaide var. Suriye rejimi El Kaide tarafından saldırıya uğradığını söylüyor. Şam, Halep ve Deraa’daki intihar saldırıları düşünülürse, Amerikalılar bunun doğru olduğundan kuşkulanıyorlar ve El Kaide bile bunun doğru olduğunu söylüyor. Tıpkı Sırplar’ın “Avrupa’nın kalbinde” radikal İslam’la savaştıklarını iddia ettikleri gibi. Bin Ladin’in hayaleti, sanki kurbanlar dışında herkesin işine yarıyor.

Eninde sonunda çökmüş ve çiğnenmiş, halkı yaşadıkları dehşeti yalnız sessizce itiraf eden Humus’a elbette varacağız. 1982 savaşı sırasında kısa bir süre Hama’daydım ve sonra tekrar gittim. Bir el arabası dolusu mısır tanesi olan korkmuş bir tüccardan sadece üç kelime alabildim: “Tanrı herşeyi bilir.” Ve sanırım dolayısıyla, işte Humus.

Kaynak: Star