Nidal Malik Hassan geçen hafta Texas'ın Fort Hood askerî birliğinde 13 kişiyi öldürdü. Hadise bütün gözlerin Texas'a çevrilmesine neden oldu.
Özellikle saldırganın Müslüman olması, çoklarının zihninde "İslam ve Müslümanlar aleyhine yeni bir karalama kampanyası başlayacak mı?" tarzında sorulara yol açtı ve endişeli bekleyiş başladı. Haklılardı bu insanlar; çünkü hadise 11 Eylül ölçüsünde büyük olmasa da, 11 Eylül'den sonra takip edilen Müslüman karşıtı yayın politikaları ve bunları destekleyen siyasî ve askerî manevralar, sadece ABD'de değil dünyanın her tarafındaki Müslümanları maddi ve manevi etkiledi. 11 Eylül 2001'den bu yana cereyan eden ve baş rollerinde radikal Müslümanların rol aldığı başka terör hadiseleri de bu zihniyete destek veren ayrı faktörler oldu. Tarifini yapmaya çalıştığımız halin sürekliliği özellikle gayrimüslim ülkelerde yaşayan Müslümanları halk tabiriyle "diken üstünde" durmaya, kesintisiz bir dikkat ve teyakkuza ve bazılarını da psikolojik suçluluk duygusu içine itti. Öyle ki bazıları dinî kimliğini saklar hale geldi; Müslüman kimliğini yansıtan isimlerinden utanır oldu.
TÜRK BASINININ SUÇLULUK DUYGUSU KOMPLEKSİ
Üzerinde ısrarla durulması gereken bu nokta, maalesef kişilerle sınırlı kalmayıp zaman zaman kurumsal bir hal kazandı. Nitekim Texas hadisesinin hemen akabinde Türkiye'de yayınlanan bazı gazetelerin manşetlerinde bahsini ettiğimiz suçluluk ruh halinin tezahürlerini çok açık ve seçik olarak gördük. "ABD'deki Müslümanlar yine diken üstünde" tarzı cümleler manşetlere çekildi; haber ve spotların ana fikrini oluşturdu. Henüz yetkililerin nihai açıklama yapmaktan çekindiği, fail veya faillerin kimlikleri adına tereddütlü haberlerin geldiği bir zaman diliminde Türk basını tarafından böyle manşetler atılmasını şahsen ben sözünü ettiğimiz zihin ve ruh haliyle açıklayabiliyorum. Kaldı ki beni bu çerçevede destekleyen fiili durum var. Zira fiiliyatta ne Müslümanlar diken üstündeydi ne de yetkililerin Müslümanları bu duruma sevk edecek açıklama ve tavırları oldu. Aksine Hassan'ın Müslüman kimliğinin açıklanması ile birlikte, en yetkili ağızlar tarafından hadisenin münferit olduğu, teröristin dinî kimliğinden dolayı ait olduğu dine meselenin mal edilmeyeceği ve edilemeyeceği söylendi.
İşin daha garibi ABD basını da genel manada aynı çerçevede bir yayın politikası izledi. Alabildiğine soğukkanlı haber ve yorumların yer aldığı bir basın vardı karşımızda bu defa. Mesela 9 Kasım tarihli The New York Times'in birinci sayfada manşet ve göbek, içeride ise tam iki sayfa halinde işlediği konu ile ilgili haber ve yorumlarda dengeyi gözettiği gözden kaçmadı. Özellikle Hassan'ın Afganistan veya Irak'a tayin haberinin ardından katliamı yaptığı şeklindeki duyumların açtığı bakış açısından ABD ordusunda Müslüman kimlikle görev yapma kolaylığı-zorluğu veya ikileminin ele alındığı haber enfesti. Özetle demek istediğimiz şu ki ABD kamuoyunda Müslümanlar, Türk basınında yer aldığı şekliyle bir tedirginlik yaşamadı. Buna muhalif tavır takınan, 11 Eylül sonrası yayın politikalarını devam ettiren bazı basın-yayın kuruluşları elbette vardı; ama bunlar marjinal kaldı.
Pekala dünyanın herhangi bir yerinde çeşitli nedenlerle terörist eylemlere bulaşan Müslüman'ın sorumluluğunu, bu zihniyeti ve davranışları tasvip etmeyen Müslümanların üzerlerine alması, sanki kendileri yapmış gibi suçluluk haline girmeleri doğru mu? Kuzey Amerika İslam Toplumu Derneği Başkanı İngrid Mattson -ki kendisi Amerikan asıllı bir Müslüman'dır- The New York Times'a verdiği demeçte bu soruya şöyle cevap veriyor. Diyor ki Mattson: "Niçin Amerikalı Müslüman toplumu bir ferdin yaptığı işin sorumluluğunu üzerine alıyor ki! Ben bunu anlamıyorum." Haksız değil Mattson. Hukukun en temel ilkelerindendir suç ve cezanın şahsiliği. Gerçekten neden bir Müslüman olarak ben, tasvip etmediğim, ne zihnen ne de fiilen desteklemediğim bir hareketin ceremesini çekmek zorundayım ki? Aynı inanç paydasında buluşmamız, onun yaptığı hareketlerden benim de sorumlu olmamı gerektirmez ki? Tarihe Oklahoma bombacısı diye geçen ve 168 kişinin ölümü, 680 kişinin de yaralanması ile son bulan bombalama eyleminin faili Timothy McVeigh'in Hıristiyan kimliğinden dolayı, Hıristiyanların sorumlu tutulmadığını biliyoruz. Bu zaviyeden Mattson elbette haklı.
ÜSTLENMEK İLE HİSSETMEK ARASINDAKİ FARK
Bununla beraber şahsen benim bu soruya cevabım şu: Sorumluluğu üstlenmek doğru değil, ama sorumlu hissetmek doğru. Üstlenmek ile hissetmeyi burada ayırmak lazım. Evet; üstlenmek doğru değil; çünkü yapılanı resmen katliam olarak nitelendiriyor ve katiyen tasvip etmiyorum; dinen meşru bulmuyorum; Kur'an ve sünnet ile telif edemiyorum; akıl ve mantık planında bir yere oturtamıyorum; yaşanan global dünya gerçekleri ile örtüştüremiyorum. Bununla birlikte sorumlu hissetmek doğru; çünkü insanlık ortak paydasında buluştuğumuz hemcinsimin masum insanları rastgele öldürecek ölçüde canavarlaşması beni üzüyor; hele bunu aynı din ortak paydasında buluştuğumuz bir insanın yapması hepten kahrediyor; bir de bunu dine gerekçelerin ardına sığınarak izahı kahrımı ziyadeleştiriyor. Ayrıca insanın kendini sorumlu hissetmesi emsali hadiselerin yaşanmaması için Müslüman'ı bir şeyler yapmaya teşvik eder. Nitekim zaten cami-ev-iş arasında ömür tüketmeyip, İslam dinini dava şuuru içinde kabullenen Türk, Arap, Pakistan vs. etnik kökeni ne olursa olsun milyonlarca Müslüman dünyanın dört bir bucağında bu amaç uğrunda çaba gösteriyor.
Şunu diyebilirim; doğru bilinen yolda yürünmesi; suçluluk psikolojisi içine girip istikametin değiştirilmemesi; kamuoyunun farklı bakışlarını hiç nazara almadan müspet hareketle mesafe alınması gerekir. Zaten müstakim düşünen ve davranan Müslümanlar şu ana kadar bu türlü terör olayları karşısındaki düşüncelerini yüzlerce defa kamuoyu ile paylaştı. Söz konusu düşünceler pratik hayatın içinde yetkili ve etkili idari makamlar tarafından defalarca teste tabi tutuldu. Mazi ve hal bütünlüğü içinde ete-kemiğe bürünen samimiyetleri meydanda. Dün ve bugünkü tavırları ise geleceğin teminatı. Öyleyse başlarını her zaman olduğu gibi dik tutarak hayata kesintisiz devam etmeleri en güzeli. [email protected]
Kaynak: Zaman