İhtiyar delikanlının mezarını henüz ziyaret ettim; büyük ihtimalle mezarında dönmüyor, bu hafta değil. Ve sonra Ramallah’ın beton aslanlarının, ağızları sıkıntıdan açık oturduğu Manara Meydanı’na 50 metreden daha yakın mesafede bizzat Yaser Arafat vardı. Yürüyor, yaşıyor, nefes alıyor; berbat uzamış sakalları dışında görebileceğinize en yakın Arafat yüzü, mat yeşil savaş ceketi, başı ve sağ omzu üstüne orijinal Filistin haritasını andıracak biçimde sarılmış tanıdık poşusu.

Onu bayrak sallayan bir grup çocuk takip ediyordu; yolun yukarısında bulunan mezardaki aslının neredeyse kusursuz bir benzeri, kurgusal bir ülke için kurgusal bir Arafat. “‘Ebu Ammar’ öldükten sonra böyle giyinmiş dolaşırdı” diye belirtiyor pastanenin dışında duran adam soğuk biçimde. “Şimdi sadece çocuklar onunla ilgili yaygara yapıyorlar; onun gerçeği olduğunu sanıyorlar.”

“Arafat”; gerçek hayatta 58 yaşında el Halilli bir iş adamı olan Salem Smerat, elini bana uzattı ve itiraf etmeliyim ki, Lübnan’da onunla tanıştıktan onlarca yıl sonra, yedi yıl önce 75 yaşında ölen “Filistin Devlet Başkanı”nın aynı yumuşak, nemli hissine sahipti.

Bana bir keresinde “Biz silahlar arasında bir demokrasi olacağız” demişti. Ve evet, o zaman Birleşmiş Milletler’i sevdiğini söylemişti. Dün Ramallah’ta, BM’yi sevmiyor fakat onun işlevlerini anlıyorlardı. Hepsi tabii ki erkek olan çok sayıda esnaf Barack Obama’nın, “Filistin’in” devlet olması ile ilgili bir Güvenlik Konseyi oylamasını veto etmesini istediklerini bile ima ettiler çünkü sonunda bu, tüm Araplara Amerika’nın onların dostu olmadığını ispatlardı. Kimse, Kahire’de sevinçle Müslüman dünyası ile yeni bir ilişkiyi ilan eden ve 2012 itibariyle bir Filistin Devleti için çağrıda bulunan Obama’nın -Woodrow Wilson ruhuyla- cesur biçimde “Filistin” için bir oylamayı yeniden seçilememe uğruna destekleyeceğini ima etmedi. Üstelik bu bir hayal olurdu, değil mi?

***

Sokaklarda, davullar ve kaydedilmiş savaş şarkıları ve yorgun aslanlara tırmanan çocuklar ve Amerikan yumruğunun tuttuğu adalet terazisini gösteren posterleri duvarlara yapıştıran gençler vardı. Tabii ki “Filistin’in” altın tepsisi boş, İsrail’inki ise her zamanki istatistiklerle doluydu. 1967’den beri 750 bin Filistinli hapsedildi, 6 binden fazla Filistinli İsrail hapislerinde, İsrail Batı Şeria’nın yüzde 50’sinden fazlasını tamamen kontrol ediyor, işgal altındaki “Filistin”deki 144 kolonide 519 binden fazla İsrailli yerleşimci bulunuyor...

Mecdi’nin gayet iyi biçimde, fakat bana aile adını söylemek isteyecek kadar cesaretli olmadan özetlediği gibi bu bir tür cümbüştü.

“Bu insanlar BM oylamasının sonucunu bilmeden kutlama yapıyorlar. Kutlama yapmak için bu iki gün boyunca beklemeliyiz. Oslo bir zaman kaybıydı; tek kazanan İsrail’di. O günlerde burada yalnız 100 bin yerleşimcileri vardı. Fakat Amerika’nın tefekkürü bir saçmalıktı. Diğer Arap ülkelerine müdahale ediyor ve isyanları destekliyorlar; fakat iş Filistin’e gelince umursamıyorlar.”

Ve altın ziynet satan Mecdi batıl inançlıydı. “Eylül’de her şey bizim için yanlış gidiyor” dedi. “1970’de ‘Kara Eylül’ vardı ve Eylül 1982’de Sabra ve Çatila katliamları oldu. Tüm okuyuculara not: 11 Eylül’ün yıldönümünden sonra, kaç kişi bu haftanın Beyrut’ta 1700 Filistinlinin katledilmesinin 29. yıldönümü olduğunu hatırladı? “Ve 1987 Eylül’ünde ilk intifada ve Oslo vardı. Şimdi bir başka Eylül’deyiz ve BM’ye gidiyoruz. Gidip ortalığı karıştırmak için. Bebek ağlamazsa süt veren olur mu sanıyorsunuz?”

Fakat hemen sonra, sahibinin büyükbabası tarafından Filistin İngiliz mandası altında var olduğu zamanlarda açılan “Filistin” giyim dükkanının dışında, iki adam Qalandria’da biber gazı atıldığını bildirdiler.

Bu yüzden Qalandria’ya; Arafat kadar ölü olan Oslo Anlaşması altında, sözde Filistin Otoritesi tarafından yönetilen Batı Şeria A Bölgesi ve gerçekten var olan bir ülkenin vatandaşı olan 80 İsrailli askerin, Obama ve La Clinton istediklerini elde ederlerse bu hafta kesinlikle bir ülkenin vatandaşı olamayacak 20 gençle yüzleştiği, sözde İsrailliler tarafından kontrol edilen C Bölgesi arasındaki efsanevi cepheye doğru hızla yola çıktık.

Yanmış tekerleklerin, çığlık atan adamların olduğu, 5.56 mm plastik kaplı çelik mermilerin parçalandığı ve plastik kaplı olmayan, 40 gazetecinin arasına düşen ve bir kameramanı kolundan yaralayıp acıyla bağırtan taşların parçalara ayrıldığı bildik karmaşaydı.

İki tarafın da TV ekipleri için kasten sahnelediğinden şüphelendiğim rutin tiyatro, elbette saçmalık. Pistollerini sallayan gündelik giyimli polislerin aralarına karıştığı polis vizörlü askerlerin bildik saldırılarıyla doruğa ulaştı. İki genç adamı alıp yere savurdular ve onları tekmeleyip döverek, şüphesiz insani özenin en yüksek standartlarını karşılayan birkaç dostane soru ve muamele için Qalandria kontrol noktasından sürüklediler.

Hepimiz biber gazından sırılsıklam olduk; gözlerimi temizlemek için her zamanki gibi bir ağız dolusu limon yedim ve dumandan kapkara olmuş yüzümle Batı Kudüs’teki King David Hotel’deki odama çekildim.

Fakat koridorumdaki eski fotoğrafları görmezden gelemedim. King David’in çatısında gururla dalgalanan BM bayrağı: BM İsrail’in devlet olması için oylama yaptıktan hemen sonra çekilmişti. Ve bundan tam bir yıl sonra otelde, yeni devletinin yıldönümünü ve ulusunun BM’deki zaferini kutlayan, gururla ışık saçan Ben Gurion vardı. Bu arada Qalandria Kudüs’ten beş mil ve 60 yıldan daha fazla uzakta.

 

Kaynak: Star