Eski ABD başkanı George W. Bush bir Türkiye gezisinde 'demokrasiyi seçen İslam devleti olması' sebebiyle Türkiye'yi övmüş, dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de Türkiye'nin İslam devleti değil, laik bir devlet olduğunu ifade ederek onu düzeltmişti.

Barack Obama'ysa geçen hafta kelimelerini titizlikle seçti. ABD'yle Türkiye'yi karşılaştırarak, ikisinin de dini kimliklerine yoğunlaşmamasını övdü. Fakat diğer dinlere hoşgörüsüyle övünen devletle, temel sorunu İslami geleneğiyle olan bir devlet arasında önemli fark var.

Obama göreve gelir gelmez, ABD'nin İslam'la savaşmadığı işaretini vermek için bir İslam ülkesine gitmekte kararlı olduğu bilgisini sızdırdı. Fakat İslam dünyasına giriş kapısı olarak Türkiye'nin seçilmesi, bu ülkenin İslami kimliğini inkâr etmiş olması ve bu kimlikle tanınmayı istememesi gerçeğine tosluyor. Mesele Doğu'yla Batı arasında köprü kurma girişimi olsa da, Türkiye Doğu'yu temsil ettiğini itiraf etmiyor, kendisini Avrupa'nın parçası olarak görüp, derisi soyulsa bile AB'ye girmeye çalışıyor.

Türkiye'yle Obama arasında bir benzerlik var: ABD başkanı babasından miras kalması öngörülen İslam'dan kendisini uzak tutuyor. Bunun sebebi sadece Amerikan siyasetinde kabul görmek değil, aynı zamanda Hıristiyanlık üzerine eğitim almış olması. Avrupa'ya kabul talebi sebebiyle İslami kimliğini inkâr eden Türkiye'yse talebine karşılık bulamadı.

Obama'nın gönderdiği mesaj sanki Müslümanlara, 'Batı'da kabul görmenin tek yolunun İslam kimliğinden sıyrılmak' olduğunu ifade ediyor. Bu kabulse, Türkiye'nin AB kapısında durarak gördüğü üzere eksik ve şartlı oluyor.
NATO da, Obama'nın İslam dünyasına yakınlaşma girişimindeki sorunu güçlendirerek, Anders Fogh Rasmussen'i genel sekreterliğe atadı. Bu durum, Türkiye'nin peygambere hakaret eden karikatürlerle ilişkili bir kişinin atanmasına tepki göstermesine yol açtı. Türkiye Rasmussen'in özür içeriyor gibi görünen açıklamaları karşılığı atamayı kabul etti. Batılılara göre diyalog iş Müslümanlarla ilişkili olunca farklılık arz ediyor. Rasmussen'in eşcinseller, kadınlar veya Yahudilere hakaretle anılması, görevden uzaklaştırılması için yeterli olurdu. Fakat İslam'ı hafife almak hâkim durum. Yoksa İslam dünyasını ilk çalışma alanını olarak gören NATO böyle bir adayda nasıl ısrar etsin ki?

Türkiye'nin kendisine saygın bir uluslararası konum hazırladığı, kendisiyle daha fazla barıştığı ve Müslümanların sorunlarıyla daha fazla ilgilendiği inkâr edilemez. Obama'nın da İslam dünyasına yönelik uzlaşmacı politika izlediği doğru, ancak Bush yönetimi bir gün bile İslam'la savaşta olduğunu belirtmemişti. Ayrıca Türkiye bir Batı ülkesi olduğu yanılgısına hâlâ tutunuyor.
İslam dünyasıyla kurulacağı söylenen diyalogdaki sorun, Müslümanlarla diyalog kuranlarda değil Müslümanlarda. Medeniyetler İttifakı sırasında, Pakistan, Irak ve Afganistan en çılgın şiddet olaylarına sahne oldu. Mısır, Suudi Arabistan ve Bahreyn'de rejimlerin sağır kaldığı gösteriler yapılıyor. Türkiye'de Kürtler devlet şiddetiyle mücadele ediyor. Filistin'in hali malum. Her Arap devleti halkıyla savaşta. Çalkantılı İslam dünyası başkalarından önce kendisiyle diyalog kurmaya muhtaç. Medeniyetler diyaloğu olmadan önce medeniyetlerin olması gerekir... (Londra'da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, 10 Nisan 2009)

Kaynak: Radikal