Son dört hafta içerisinde Ortadoğu'daki 6 başkente yolum düştü. Bunlardan biri son İsrail saldırısından önceye denk gelen Hartum ziyaretiydi. Bu saldırı son ziyaret ettiğim başkent olan Doha'da da gündemde olduğu gibi, ondan önce uğradığım İstanbul ve Kahire'de de konuşulmaktaydı. Belki birkaç gün uğramakla Sudan'daki durumlara vakıf olmak mümkün değil denebilir. Ancak az zamanda insan çok şey öğrenebiliyor. Her ne kadar iletişim çağında yaşıyor olsak da bu hiçbir zaman doğrudan yapılan ziyaretlerin ve yüz yüze iletişimin yerini tutmaz.

Burada, 1997 yılında yaptığım kısa ziyaret, Sudan'daki yönetimin birinden diğerine geçişin iç yüzünü görmemi sağladığını hatırladım. Tüm boyutlarını birçoklarının hatta Sudan'daki yetkililerin bile kavrayabildiklerini zannetmediğim bir geçişti bu. Bu dönüşümü anlayabilmek ancak karar yapıcılara oldukça yakın olmak, onların nasıl çalıştıklarını görmek ve işin uzmanlarıyla konuşmalarda bulunmakla mümkündü.

Aynı şekilde Hartum'a yaptığım son kısa ziyaret, İsrail saldırısından önce de yönetimin karşı karşıya kaldığı krizin boyutlarını kavramak bakımından yeterliydi. Örneğin herhangi bir çaba harcamaksızın Doha Anlaşması ve geçiş hükümetinin içinde bulunduğu sorunların bana kendiliğinden anlatılmasıyla şok oldum.  Bizzat olayların içinde bulunmuş kimseler tarafından yapılmış bu değerlendirmelerde anlaşmanın çökmek üzere olduğu belirtiliyordu. Son birkaç ayda aynı kanallardan benzeri analizler bana geliyordu. Ancak bu kez farkı olan husus, yönetimin en üst noktasına yakın çevreler tarafından dile getirilen kötümser değerlendirmelerin ilk defa yapılmasıydı.

Bu bana 1999 yılındaki Hartum Barış Anlaşması'nın çöküşünü haber veren benzeri bir deneyimi ve 2010 yılında Darfur sorunuyla ilgili varılan Abuca Anlaşması'nın çöküşün eşiğine gelişini hatırlattı. Bu tür durumlarda atı alan Üsküdar'ı geçer, sorunu çözmek için bir şey yapmak mümkün değildir. Ancak belki de durum, Doha Anlaşması'yla ilgili biraz farklıydı. Bu anlaşmaya nezaret eden ülke, yani Katar, çöküşe engel olmak için bir şeyler yapabilirdi. Ancak zaman hızla tükeniyordu, yapılması gereken şeyler kesin ve hızlı olmalıydı aksi takdirde anlaşmanın çökmesi kaçınılmazdı. Bütün basın yayın organları, anlaşmanın uygulanması konusunda hükümetin gerekli kaynak ayırmayarak kusurlu davrandığı ve güvenlik işbirliği anlaşmasının uygulanmasında yavaş davrandığı üzerinde duruyordu. Ayrıca geçiş hükümeti mekanizmalarının zayıflığıyla bu mekanizmaların Hartum yönetimine bağlı olduğuna işaret ediyorlardı.

Doha Anlaşması'yla ilgili çıkan kriz, son aylarda art arda gelen ve birbirini tetikleyen krizlerle yüzleşmek zorunda kalan hükümet için bir sınavdı. Bu kriz, güney eyaletlerinde patlak veren savaşla başlıyor ancak Hartum'da yaşanan kanalizasyon sorunuyla bitmiyordu. Sorunun en bariz yönü, insanların başka bir şey konuşmadığı ve en somut göstergelerinden birinin toplu göçler olduğu zorlu ekonomik krizdi. Hükümetin geçtiğimiz ay Güney Sudan hükümetiyle vardığı anlaşmanın ekonomi üzerinde olumlu tesirleri olacağını ve hükümete olan desteği güçlendireceğini tahmin ediyordum.

Ancak anlaşmanın ona imza atan yönetim yanlıları tarafından bile soğuk karşılanması herkesi şok etti. Birçokları, Arap Birliği'nin Sudan hükümetinin onaylamadığı Abiye bölgesiyle ilgili benimsediği projeye ilişkin olumsuz neticelerin ortaya çıkmasını bekleyen Güney Sudan parlamentosunun daha anlaşmaya onay vermeden hükümetin anlaşmayı uygulamaya koymaktaki arzusunu eleştirdi. Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir'in, yardımcısı Nafi Ali Nafi'nin Güney Sudan'daki Halk Hareketi liderliğiyle imzaladığı anlaşmanın iptal edildiğini açıklamayı bizzat üslendiği bilinir. Ancak bu anlaşmadan çok da farklı olmayan bir başka anlaşmayı bizzat kendisi imzalamıştır. Tabii henüz olumsuz sonuçları tam olarak ortaya çıkmayan onlarca insanın hayatını kaybetmesinden sonra... Bu da hükümeti destekleyenler arasında bir çok soru işaretine yol açmış durumda.

Ancak yönetim yanlılarının arasında meydana gelen en büyük kavga, İslami hareketin liderliği üzerinde yaşandı. Bu yapı, iktidar partisinin 2000 yılında yapılan halk kongresinde meydana gelen kopmadan sonra oluşturulmuş, üyeleri İslamcılardan müteşekkil bir yapıdır (Dindar müşterilerine kar sağlamak amacıyla kurulmuş olan finans kurumlarına oldukça benzer).

Ancak yapı kurulduğu günden bugüne kadar, kendisi üzerinde iktidar partisinin tam bir hakimiyet kurma isteği ve bağımsızlığına hiçbir şekilde müsaade etmemesi nedeniyle çekişmelerin yaşandığı bir pota olmuştur. Öyle ki Cumhurbaşkanı vekili, bu yapının başına geçirilerek genel sekreter yapılmış ve böylelikle yapı kontrol altına alınmak istenmiştir. Yapının tüzüğü, genel sekreterin önümüzdeki ay yapılacak kongreye aday olmasına izin vermemektedir, zira şu anki genel sekreter üst üste iki dönem görev yapmıştır ve tüzüğe göre bu maksimum görev süresidir. Ancak iktidar partisi bu duruma uygun davranmak yerine tüzüğü değiştirmeye hazırlanmakta ve liderlerinin önemli bir bölümü hükümet yetkililerinden oluşturulmak istenmektedir. Örgütün 11 kişiden oluşan yönetim kurulundan ancak 3'ü kongrede seçilebilmektedir. Parti yönetimi bununla da yetinmemiş seçilen herkesin kendisine yakın ve sadakatle kendisine bağlı kişilerden seçilmesinde ısrar etmektedir.

Bu arada, iktidar partisinin gençlik kollarında, Sudan Devlet Başkanıyla gençlik kolları başkanının buluşması sırasında patlak veren bir kriz meydana gelmiş, gençler iktidar partisinin içine battığı yolsuzluk, beceriksiz uygulamalar, istişarenin olmayışı, ne devlette ne de partide kurumsal işleyişin olmamasını eleştirmiş ve bu hususlardaki kızgınlıklarını dile getirmişlerdir. Bu öfke, partinin çeşitli kademelerinde ve düzenlediği etkinliklerde de gençler tarafından ifade edilmiş, hatta parti taraftarı akademisyenler, parti ve devlet içerisinde reformların hayata geçirilmesini isteyen bir bildiri yayınlamışlardır.

Hatta Sudan'da geçmişteki iç savaş sırasında savaşmış olan iktidar partisi içerisindeki mücahitlerin köklü ıslahat yapılması için bir bildiri kaleme aldıkları, geçtiğimiz birkaç ay içerisinde bu kişilerin bir çok vilayette büyük etkinlikler düzenledikleri, bu etkinliklere partinin gençlik kollarını da davet ettikleri biliniyor. Bu durum, İslami hareketi ülkede yeniden örgütlemek ve hareketi yeniden ama bu kez bağımsız bir şekilde yapılandırmak isteklerini ortaya koyar nitelikte.

Çatışma bu noktada da durmadı, devletin üst kademesindeki isimlerin ayaklananlara karşı bir kampanya düzenlemesine kadar varmış durumda. Nitekim başkaldıranlar yönetim kademesindekileri ve devlet aygıtlarını, çeşitli vilayetlerde düzenlenen etkinlikleri engellemekle, toplantılara İslami hareketin tanınan isimlerini davet etmemekle, İslami hareketi oyuncak haline getirmekle suçladı.  Ve bu ay içerisinde yapılan Hartum vilayeti seçimlerinde çatışma zirveye çıktı. Rejime bağlı unsurlarla reform yanlıları arasında çatışma yaşanırken hareketin şura meclis başkanı, rejim yanlılarının yaptıklarını ve tüzüğü ihlal etmelerini kınayan bir açıklama yaptı. Islah yanlıları, rejim yanlılarının yaptıkları ihlaller nedeniyle seçim sonuçlarını tanımadıklarını açıkladılar. Herhangi bir çaba harcamadan iki tarafın da konuyla ilgili görüşlerini dinleme fırsatım oldu, her iki taraf da örgütün başına uygun olmayan kişilerin getirilmesi için bu seçimlerde komplo yapıldığını söylüyordu.

Bütün bunlardan, rejimin başkalarından önce kendini taraftarları içerisinde ciddi bir kriz yaşadığı, icraatlarına ve siyasetine karşı eşi benzeri görülmemiş bir memnuniyetsizlik olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Hatta yaşananlar öyle bir noktaya gelmiş vaziyette ki iktidar partisi, kendi yapısının belirli kademelerinde görev de alan bu kişileri, görüşleri dinlenmesi gerekenler olarak değil de zorla kontrol ve itaat altına alınması gereken insanlarmış gibi muamele etmeye başlamış. Bütün bu anlattıklarım, Sudan'daki en önemli siyasi soruyu sormayı zorunlu kılıyor: "Durum buysa, o zaman rejim, ülkeyi kimin adına yönetiyor?"

Rejimin yaşadığı sorunlar, muhalefetin de krizlerin en derinini yaşadığını ortaya koyuyor. Biz, kendisine karşı muhalefet eden bir yönetimle karşı karşıyayız. Bu rejim, ayakta durmasını mümkün kılacak Süleyman asasından bile yoksun. Bunun nedeni, yönetimin muhalefet partilerinin ve kendi yandaşlarının cesedi üzerine basarak yükselmesinden kaynaklanıyor. Bütün muhalifler şehirlerden uzak kırsal bölgeleri ve dağlara sürgün gitmeyi gönüllü olarak istemiş. Dışlanmış ve marjinal kalmış insanları savunduğunu öne sürerek bunu yapıyorlar. Gerçekte ise müthiş bir acı çekiyorlar, bu durum onların tehcirine ve en basit yaşam imkanlarından yoksun olmalarına neden olmuş. Bütün diğer siyasi gruplardan kendilerini izole etmişler, siyasi, coğrafi ve etnik bakımdan kendilerini kuşatma altına almışlar, iradelerini yabancı ülkelerin istihbarat birimlerine ipotek etmişler.

Muhalefet, mevcut siyaseti ve bileşenleriyle sadece ayakta kalma şansını kaybetmiş rejimin krizinden yararlanmaktan sadece aciz değil aynı zamanda ayakta kalmasının tek dayanağı da. Zira halk, mevcut yönetimin yerine geçecek yapıların içinde bulunduğu belirsizlik ve şüphe hali nedeniyle rejimi devirmek için hareket geçmeyi kabul etmeyecektir. Geçmişte de ifade etmiştim bunu bugün de tekrar ediyorum, değişimin en hızlı yolu, bütün muhalif güçlerin kabilevi ve etnik saiklerle ellerine aldıkları silahı bir kenara bırakması, hiç tereddüt etmeden bütün Sudanlılar ve herkese yararı olacak demokratik bir yönetim için mücadele etmeyi göze almasıdır.  Herhangi bir grubun şu ya da bu kabilenin veyahut şu ya da bu bölgenin hakları için çarpıştıktan sonra ülkeyi yönetmek istediğini söylemesi doğru bir hareket tarzı olmaz. Ülke azınlıklar adına yönetilmez, halk adına yönetilir. Dileyen siyasi haritadaki yerini seçsin: Özerk olması ya da ayrılması planlanan bölge adına mı konuşuyorlar yoksa mahrum bırakılmış bazı grupların para ve makamdan payını almasını mı istiyorlar yoksa bütün vatan adına konuşarak herkesin bütün haklarından tam anlamıyla faydalanmasını mı talep ediyorlar?

Daha önce de (ayrılıkçı) Halk Hareketi'nin lideri John Garang'ın söylemi de sadece Sudan çapında değil Güney Sudan içerisinde de sınırsız sorunlara yol açmıştı. Zira hareket iki farklı üslupla konuşuyordu: Biri, Güneylilere Arapların kendilerine baskı yaptığını, haklarını ve bağımsızlıkların geri almak için mücadele ettiğini ifade eden söylemi, diğeri de bütün Sudanlılar arasında eşitliğin sağlanmasını isteyen söylemi. Geçmişte lider kadrosundaki isimlerden hareketin sonsuz problemler içerisinde bulunduğunu dinlemiştim, zira savaşçılarından bazıları yeniden savaş alanına dönmek istemiyordu. Şöyle diyorlardı: "Durumu netleştirene kadar savaş alanına dönmeyeceğiz: Araplar kendilerinden kurtulmamız ve kendilerine karşı savaşmamız gereken düşmanlar mı, yoksa birleşmemiz gereken kardeşlerimiz mi?"

Biz de bugün, benzeri bir durumdayız: Yönetemez durumda olan bir hükümet ve sona doğru yaklaşan muhalefetin rejimin en büyük dayanağı olması.

El Kudsül Arabi'den Dünya Bülteni için çeviren: Faruk İbrahimoğlu