Obama'nın Müslümanlarla uzlaşma için Riyad ve Kahire gibi iki despot rejime sarılması ve konuşmasında Müslümanları imalı şekilde suçlaması ironik. Obama Mısırlıların rejimle mücadelesinde taraf haline geldi.

Barack Obama Müslümanlara yönelik konuşmasını yapmadan önce, Mısırlı düşünür ve eylemci Sadettin İbrahim Washington Post'a yazdığı makalede, ABD Başkanı'ndan konuşmasını Türkiye veya Endonezya gibi daha açılımcı ve demokratik bir İslam ülkesinde yapmasını istemişti. Bu hafta ev sahipliğini yaptığımız sempozyumda, İran asıllı Amerikalı akademisyen Rıza Aslan da farklı bir noktadan hareketle benzer bir görüşü ifade etmişti.

Aslan, Müslümanların çoğunluğunun Ortadoğu dışında yaşadığını, hatta Afrikalı Müslümanların sayıca Araplardan fazla olduğunu belirtti; Arap dünyasının İslam dünyası için siyaset ve medeniyet merkezi sayılmadığını, Obama'nın Müslümanlara mesajını vermek için kendisinin de büyüdüğü Endonezya'yı seçmesi gerektiğini ekledi.

Obama'nın gezisinin başlangıç noktası olarak Suudi Arabistan'ı ve Mısır'ı seçmesi, konuşmasında terör şiddetinin İslam dünyasıyla temel sorun olduğunu belirtmesi büyük bir ironi. Zira 11 Eylül eylemlerini gerçekleştiren ve planlayanlar bu iki ülkeden geldi. Onları buna iten sebeplerse, özellikle de bu iki rejimin yapısıyla ve ABD'yle olan ilişkileriyle bağlantılıydı. Obama bu iki ülkede hiçbir şey değiştirmeden veya onların ABD'yle ilişkisi değişmeden bu iki rejime sarılmak için geldiyse, 11 Eylül trajedisinden, Irak ve Afganistan savaşlarının ağır faturasından hiçbir şey öğrenmemiş demektir. Bu ikilem Amerikan sorunu değil, halklarını her taraftan kuşatılması gereken bir düşman olarak gören hükümetlerin temsil ettiği bir iç sorun. İslam ümmetiyle bu şartların gölgesinde ilişki kurmak isteyen ABD veya bir başka güç, kendi çıkarlarını korumak ihtiyaç duyduğu hükümetlerle ilişki kurmayı kolay buluyor. Esir halklarla ilişki kurmanınsa hiçbir yararı yok.

Obama veya başka bir yabancı yönetici kendi amaçlarını gerçekleştirmenin en kestirme yolunu despot yöneticilere sarılmakta gördüğünde kınanamaz. Fakat ülkesinin, halklarla yöneticileri arasındaki çekişmede taraf haline gelmesini de garipseyemez. Obama karşılıklı saygı ve ortak insani değerler temelinde İslam ümmetiyle diyalog başlatmaya çabaladığı için çalışmasının karşılığını almayı hak ediyor. Fakat konuşmasında bu ortak anlayışa varmadan önce kat edilmesi gereken yolun ne kadar uzun olduğunu ortaya koydu.

Halkları özgürlüğe muhtaç olan bu iki ülkeye gidip despotlara sarılması, seslenilmek istenen ümmetin hafife alınışının ifadesi. Zira Obama veya bir başkası, örneğin halklarına seslenmek için Birmanya veya Kuzey Kore'ye gitmeye cesaret edemezdi. Fakat görünen o ki, hakarete uğramaya alışan Arap ve Müslümanlara karşı her şey caiz. Konuşma birçok gizli suçlamayla ve ahlaki üstünlük taslamasıyla dolu. Kadın hakları ve dini azınlıklardan konuşulması, İsrail'in övülmesi ve Holokost'un zikredilmesi, Müslümanların kadına saygıda ve azınlıkların haklarını korumada kısır kaldıklarını, Yahudi Holokost'unu inkâr ettikleri iddiasıyla suçlu olduklarını ima ediyor.

Ne olursa olsun, dünya liderinin ümmetin uluslararası konumu bulunan bir gerçek olduğunu ve saygı çerçevesinde muhatap alınmayı hak ettiğini itiraf etmesi iyi bir başlangıç ve büyük bir adım. Bu tutum görmezden gelmekten veya baskıdan daha iyi. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi yol uzun. Hafife almak ve suçlu saymak gibi eski alışkanlıklardan vazgeçilmesi zor. Daha önemlisi, ümmet haklarını alıp saygı görmek için harekete geçmeli. Despot yöneticilere boyun eğen ve onlarla mücadele etmeye korkan ümmet başkalarının saygısı bir yana kendi kendisine saygı göstermeyi hak etmez. (Londra'da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, 5 Haziran 2009)

Kaynak: Radikal