ABD Afganistan'a savaş açtığında, önde gelen Müslüman din adamları Amerikan ordusundaki Müslüman askerlerin bu savaşa katılmasının dinen caiz olduğuna dair fetvalar çıkarmıştı. Bu din adamları, Amerikalı Müslüman askerlerin savaşa katılmamasının kendi vatanlarına bağlılıklarına dair şüphe uyandırabileceği ve bunun da Batı'daki Müslümanlara olumsuz yansıyabileceği gibi özetlenebilecek bir gerekçe göstermişlerdi.
O dönemde bir Müslüman'ın, Hıristiyan'ın, Budist'in, Yahudi'nin veya başka bir inancın mensubunun saldırgan bir savaşa katılmasının dinen caiz olmadığını yazmıştım. Zira bu konu bir kişinin diniyle değil, ortak insani ilkelerle ilgili. Müslümanların haksız bir saldırıya katılmayı reddetmesinin kendilerini şüpheli hale getireceği iddiası da kabul edilemez. Zira demokratik bir rejim, vatandaşlarına hükümet politikalarına körü körüne bağlılık şartı dayatmaz.
ABD'nin Vietnam'dan Irak'a uzanan saldırgan savaşlarına katılmayı reddetmiş çok sayıda Müslüman olmayan asker var. Bu tavır onların vatanseverliğini lekelemiyor, aksine bazıları bunu vatanseverliğin zirvesi olarak görüyor. ABD Başkanı Barack Obama'nın Irak savaşına karşı çıktığını belirtmek yeterli.
Malesef birçok Müslüman 'âlim', İslami değerlerin anahtarlarına sadece kitaplar deviren öğrencilerin ulaşabileceğini savunarak yaygın bir hataya düşüyor. Allah kötü olanı değil, iyi olanı ve adaleti emreder, kötülüğü yasaklar. Zulmün, pisliğin ve dolandırıcılığın kötü olduğunu anlamak için İslam hukuku doktorası yapmaya gerek yok.
Gazze'ye gelirsek; işgal altındaki Filistin'in bu parçasında yaşayan insanların maruz kaldığı toplu yaptırımın hiçbir gerekçeyle haklı çıkarılamayacak kadar kötü bir şey olduğunu kesinleştirmek için uluslararası hukuk uzmanlarına ihtiyaç yok. İsrailli Yahudilerin, ABD ve Avrupa'dan Hıristiyanların ve ateistlerin veya Hindistan, Çin ve dünyanın dört bir yanından direnişçilerin ablukayı engellemek için ortaya koyduğu kapsamlı hareket bunun en belirgin kanıtı. Bu kişiler din âlimi İbni Teymiye'nin fetvalarını okumadı veya gençliklerini El Ezher Üniversitesi'nin koridorlarında geçirmediler. Ancak Mısır'ın Gazze sınırına çelik duvar inşa etme kararını vermesinden bile önce, zulmün büyüklüğünün farkındaydılar.
İsrail'deki ırkçı duvar veya Berlin Duvarı gibi bir duvarın edinilmesi, başarısızlığın ve baskıcı politakalar izlendiğinin itirafıdır. Zira özgürlüklere gem vuran yönetici, aslında halkın çoğunluğunun kendisinden nefret ettiğini, halkına biraz özgürlük verse makamından uzaklaştırılacağını zımnen kabullenmiş oluyor. Keza duvar inşa eden de kendisini kabul etmeyen bir akımla mücadele ettiğini itiraf etmiş olmuyor. Dolayısıyla bu duvarın ve rejimin akıbeti kesin çöküştür.
Mısır'ın duvar için pazarladığı temel gerekçe şu: Topraklarına egemen bir ülkenin dilediğini yapmaya hakkı vardır. Hatta evlatları boğazlanan ve kadınları utandırılan bir grup insanı zayıflatmak isteseler bile... Bu iddiayı ne Allah, ne de varolan uluslararası sözleşmeler kabul eder. Mutlak egemenlik yoktur; uluslararası mahkemeler bu nedenle kuruldu, egemenlik ilkesinin kendilerine büyük günahlar işleme hakkı verdiğini düşünen rejimlere müdahale için bu nedenle ordular seferber edildi.
Diğer yandan, uluslararası alanda tanınan egemenlik rejimlerin değil halkların egemenliğidir. Mısır duvar inşası veya sınırın kapatılması konusunda referanduma gitse, halkın ezici çoğunluğu yapılan zulme ve izlenen saldırgan yönteme karşı çıkar. (Londra'da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, 8 Ocak 2010)
Kaynakj: Radikal