Türkiye’nin çözmek zorunda olduğu çok sayıda sorun var. Bunlar müzakereci siyaset diyebileceğim yöntemle çözülür. Bunlardan biri “laiklik” veya başka bir deyişle, “laiklik çerçevesinde din-devlet ilişkisi”dir. Hemen hemen her askeri darbe, anti demokratik müdahale veya gerilim sırasında bu konu gündeme gelmektedir.

Türkiye'de laikliği konuşurken problem teşkil eden bir kaç noktaya işaret etmek gerekiyor.  Bazıları laiklik için "tanımsız" ifadesini kullanıyor. Buna katılıyorum. Benimde üzerinde durmak istediğim konulardan biri de bu. Bir şey eğer tanımsız ise, onu herkes istediği gibi kullanmaya, kendi perspektifinden hareketle ona bir tanım getirmeye çalışır. Ancak elbette güçler ve statüler eşit olmadığı için daha avantajlı konumda olanların tanımı genel geçer hale getirilir. Herkesin üzerinde mutabakata vardığı bir tanım yoksa, kavramlar suistimale açık hale gelebilirler.

Bu açıdan bakıldığında laikliğin Türkiye'de felsefi, kültürel ve hukuki açıdan tanımlanmış bir çerçeveye sahip olmadığını söyleyebiliriz. Bu da laikliğin duruma ve şartlara göre değişen fonksiyonel bir değer şeklinde ele alınmasına yol açıyor. Başka bir ifadeyle laiklik konjonktüre, ona müdahil olan inisiyatiflere, kendi avantajları konumları ve statüleri konusunda duyarlı olan elitlere, merkezdeki çekirdeğe göre farklılıklar arzedebiliyor.

İkinci önemli nokta. Türkiye'deki laikliğin referans aldığı somut ve tarihsel herhangi bir modelin mevcut olmaması. Bu da kriter kaybını ifade eder. Ernest Gellner bunu Türk modernleşmesiyle ilişkilendirerek "biricik örnek" olduğunu söylüyor. Bunun önemli bir nokta olduğu hususunun altını çizmek gerekir.

Türkiye'de laiklik üzerinde çalışan yabancı bilim adamları, nedense hiçbir zaman laikliğin Avrupa'da ortaya çıktığı tarihi zemini, kültürel ve dini ikilemi göz önüne alarak Türk laikliğiyle bir mukayesede bulunmuyorlar. Mevcut din ve devlet ilişkilerini, -özellikle Batı'da uygulandığı şekliyle- herhangi bir kritiğe tabi tutmuyorlar. Onların daha çok yaptığı şey belirli bir düşünce olarak bir çok demokratik değeri ihmal etmek suretiyle devletin tutumunu belirli bir düşünce olarak birçok demokratik değeri ihmal etmek suretiyle  doğru olması gereken bir değer olarak ele almaktan ibarettir.  Özellikle Batı'da ve Türkiye'de laiklik üzerinde araştırma yapan sosyal bilimciler, siyaset bilimcileri hep böyle yapıyorlar. Tabii ki son zamanlarda laiklikle ilişkili algılarda önemli sayılabilecek değişiklikler oldu. 1980'lerdeki bakış açılarıyla şimdiki bakış açısı arasında önemli bir fark gözleniyor; ama henüz bu değişik bakışlar resmi laiklik telakkisi üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildir.

Laiklikle beraber ortaya çıkan derin krizi ve bunun geriden beslediği toplumsal gerilimi açıklamaya çalışan bir çok bilim adamı ve araştırmacı, bir tür uyumsuzluk sorunu olarak görüyorlar. Onlara göre derin krizin ve toplumsal gerilimin sebebi laikliğe maruz kalan Müslüman öznenin uyumsuzluğu, patolojik özellikler arzeden zihni tutumunun bir sonucudur. Bu bakış açısından, olması gereken ve doğru olan devletin başından beri benimsediği tutumdur; Müslüman özne veya Müslüman halk, laikliğe uyum göstermekte yeterince beceri gösteremiyor. Kısaca bu öznenin kendisinde bir sorun var ve bu sorun patalojik bir vak'aya işaret ediyor. Eğer size tedavi edilmesi gereken bir hasta getirilmişse, onun söylenmelerine aldırış etmez, uygun gördüğünüz ilacı ona verirsiniz. Hastanın tıp biliminin kesin doğrularına karşı demokratik itirazı veya muhalefeti olamaz. Pozivizm ve bu 19. yüzyıl felsefesinden beslenen aydın despotizminin hareket noktası budur. Anayasal olarak laiklik hem müzakere ve tartışma konusudur, hem de değil değiştirilmesi, değiştirilmesi dahi teklif edilemez anayasa maddesidir. Esasında kimsenin bunu değiştirmeye de pek niyeti yok; söz konusu tanımsal çerçevenin ne olduğu ve nasıl bir mutabakat zemininde teşekkül etmesi gerektiği hususudur.

Bu durum Türkiye'de İslami çevrelerin uğradığı hak ihlalleri konusunda Avrupalı kurumları duyarsız kılıyor, çifte standart bir tutumu benimsemelerine sebep oluyor. Bu kavramsal çerçeve devlete ve iktidar seçkinlerine dinin kendisine, kelamına, varlık tasavvuruna, kutsal referanslarına müdahale hakkı veriyor.