Modernliğin üçüncüsü parametresi ?ulus-devlet formu?na gelince! Modern devlet; eğitimi ve kurumsal yapıları bu çerçevede örgütledi. Hegel ve diğerlerinin ?Tanrı?nın arzusu? ve Tanrı?nın yeryüzündeki yürüyüşü? olarak tanımladıkları modern ulus devlet, bu felsefe ile tarih sahnesinde ortaya çıktı. Bireyi ?yurttaş? tanımlayıp onu ya kan bağına veya toprağa bağladı; insan ile devlet arasındaki ana mekanizmaları dağıttı; bir etnik grubu benimseyip diğer birincil ve ikincil kimlikleri bastırdı ve dünyayı, sanki her biri ayrı bir öze ve töze (cevher) sahipmiş gibi ulusların ölümcül rekabetine açık bir arenaya çevirdi. Bireycilik, sekülerlik ve ulus devlet temeline dayalı modernlik üç şey vaat etmişti; ?özgürlük?, ?zenginlik? ve ?güvenlik?. Bu gün her üçü de mümkün olmaktan çıkmış bulunuyor. Modernliğin krizi, Batının özgürlüğü, zenginliği ve güvenliği sadece kendi ?hakkı? görmesi ve bunların sürekliliği için Batılı ? olmayan bütün dünyanın özgürlüğünü kısıtlaması, zenginliklerine el koyması ve güvenliğini hiçe saymasından kaynaklanmaktadır. Modern proje üç açıdan mümkün ve sahici değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır: 1) Özünde eşitsizlik ve adaletsizlik var. Bütün dünya, Batılı refah toplumları seviyesinde zengin olamaz. Biri aşırı zengin, diğeri aşırı fakir kaldıkça küresel barış, istikrar ve huzur mümkün değildir. 2) Bu refah, gezegenin canlı hayatını tehdit etmekte, ekolojik dengeyi sarsmakta ve dünyayı giderek yaşanmaz hale getirmektedir. Küresel ısınma, mevsimlerin değişmesi bunun ilk sinyalleridir. 3) Modern Batı, anlamdan ve amaçtan yoksun bir dünya tasavvuruna dayanmakta; insanı sadece üreten, tüketen, çiftleşen ve dışkı atan bir organizmaya çevirmekte ve bununla ilgili olarak bütün yerküresine nihilizmini ihraç etmektedir. Modern Batı diğer din ve kültür havzalarıyla diyaloga geçmeye yanaşmıyor, çatışmayı ve başkalarını ötekileştirme yolunu seçiyor. Batı, ya refahından bir miktar vazgeçip daha adil bir dünyanın kurulması için perspektif değiştirecek; veya sınıflar, bölgeler ve ülkeler arasında giderek büyümekte olan eşitsizlikler, daha çok terör, daha çok savaş, daha çok etnik arındırma ve daha çok baskının sürmesine sebep olacaktır. Dünya zenginliklerinin % 80?nini dünya nüfusunun % 15i kullanıyor. Pek yakın bir gelecekte bu oran % 10?a düşecek. Yani yoksulların denizinde zenginler küçücük bir adacık olarak kalacaklardır. Bu eşitsiz küresel düzenin devamı için savaş ve işgaller oldukça ?ki son iki yüz senede ortaya çıkan beş yüz savaşın % 95?i ya Batı?da çıkmıştır veya Batılı ülkelerin aktif müdahalesinin sonucudur- şiddet ve terör artacak; şiddet ve terör, güvenliği özgürlüklerin önüne geçirecek; özgürlükler geriledikçe refah azalacak ve bu zincirleme küresel felaketleri peş peşe tetikleyecektir. Savaşların Batı?ya olumlu katkıları vardır; İngiltere Irak işgali sayesinde altın çağını yaşıyor. Şimdi Irak petrollerinin yüzde 75?ini 30 yıllığına üç Batılı petrol şirketi eline geçirmeye çalışıyor. Eşitsizlik sadece küresel düzeyde değil, ulusal düzeyde de derin uçurumlara sebep oluyor. Çünkü modernleşme ve kalkınma planları tabiatları gereği eşitsizliğe dayanıyorlar. Milli gelir dağılımındaki adaletsizlik toplumsal çalkantılara, pozitif siyasetin engellenmesine ve elbette şiddet ve teröre yol açıyor. Eşitsizlik devam ettikçe kitlesel yoksulluklar artıyor, büyük şehirlerde toplanan genç ve umutsuz genç nüfus lümpenleşiyor ve elbette bu şiddet kültürünü üretiyor. Bu krizleri bastırmanın yolu savaşlar ve ülke işgalleri değildir. Yazık ki demokrasiler savaşların önüne geçemiyor. Çünkü başka faktörler yanında lobiler, baskı grupları ve sermayeleri birkaç devletin yıllık bütçelerini aşan şirketlerin derin etkisinde parlamentolar ve kongreler karar almaktadırlar. Batılı demokrasiler, mevcutlar içinde ehven-i şer iseler de, dün de çoğulculuğu sağlamıyorlardı, bugün de. Çünkü Batılı demokrasiler siyasal bakımdan çoğulcu, ama kültürel ve toplumsal bakımdan tekçidir. Terör ve savaşlar güvenliği öne çıkardıkça, var olan kısmi özgürlüklerin alanı da daralacaktır.