Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın 16 Mart'ta Harp Akademileri'nde yaptığı konuşma, medyaya parça parça intikal ediyor. Konuşma metnine baktığımızda Komutan'ın, beklendiği gibi en duyarlı olduğu alanların ülkenin rejimi ve bütünlüğü olduğunu görüyoruz. Komutan, rejim çerçevesinde, ?Cumhuriyet ve Cumhuriyet'in temel konularının, Cumhuriyet tarihinde belki ilk kez tartışılmakta ve bu değerlerin yeniden tanımlanması teklif edilmektedir? diyor. Sonra şunu söylüyor: ?Laiklik ilkesi, Türkiye'nin üniter yapısı ve hatta vatandaşlık kavramı, bu zamana kadar bu şekilde bir tartışma konusu olmamıştır. Devletimizin temel taşlarının bu şekilde aşındırılmaya çalışılması ve tartışma konusu yapılması TSK tarafından endişe ile izlenmektedir.? Komutan daha sonra ?Tüm bu olumsuzluklar karşısında kararlı duruşumuz devam etmektedir. Asker zamanı geldiğinde görevini yapmak zorundadır. Bunu da açıkça ifade ediyorum.? diyor. İki konu:1- Laikliğin yeniden tanımlanması talebi ve ülkenin bütünlüğü üzerine tartışmalardan rahatsızlık.2- Zamanı gelince görevi yapmak.Gerek ülkenin Doğu ? Güneydoğu'sunda yıllardır süren düşük yoğunluklu savaşın, gerekse bölgede gelişen hadiselerin Türkiye'ye yansımalarının, ?ülkenin bütünlüğü? üzerine kaygıları herkeste olduğu gibi askerde de yoğunlaştırması gayet tabii. ?Ülke bütünlüğü? nün zaafa uğraması telafisi zor bir olay. Onun için sivil ? asker bu ülkede yaşayan herkesin bu konuda azami duyarlılığı göstermesi kaçınılmaz. Ancak bu konuda bile, ?Ülke bütünlüğü açısından en doğru olan nedir?? sorusunun cevabı tek ve net değil. Bu konuda bölge insanları yeni görüşler ortaya koyabileceği gibi, bu ülkenin düşünen insanları da değişik önerilerde bulunabilir. Mesela ben, ?İslam'ın ülke bütünlüğünü sağlamada ihmal edilemez bir değer olduğu?nu düşünüyorum. Başkaları da İslam'ın bu alandaki rolünü önemseseler bile, en azından benim baktığım yoğunlukta olaya bakmayabilir. kimi sosyo ? ekonomik yatırımlara öncelik verebilir, kimi daha çok özgürlük diyebilir, kimi etnik alanda adımlar atılmasını önerebilir... Elimizde, açıkça niyet ifadesi olmadığı sürece birilerinin bölücü olduğunu ölçümleyecek aletler de yok. Yadece yargılarımız olabilir. Yargılarımızın ise sübjektiflik açısından tartışılacağı ise açıktır. Laiklik söz konusu olduğunda mesele daha girifttir. Ortada Din ? Toplum ? Devlet gibi birbiriyle içiçe geçmiş üç önemli alan vardır. Bu üç önemli alanın hassasiyetlerini bir ahenk ortamında buluşturmak, Türkiye'nin en önemli meselesi olmuştur. Ve açık bir gerçek ki bu alanda sancı vardır.Devlet kendini topluma empoze etmeye kalktığında toplumdan ?İnanç özgürlüğü? çığlıkları yükselmekte, ve işin önemli yanı, burada toplum dediğimiz hadise, bu ülkenin çok çok büyük nüfus çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bunun siyasete, kültüre, ekonomiye, hayatın tüm alanlarına yansımaları olmaktadır. bu alanda yapılan demokrasi dışı müdahaleler ise, ülkeyi sık sık ameliyat masasına yatırmaktadır. Devlet sistemi adına, din adına ve toplum adına en doğru olan nedir? bunu kim belirleyecektir. Evet, ?Laiklik? Anayasa'nın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek ilkeleri arasındadır. Peki ama, laikliğin içini doldurma meselesi nerede duruyor? burada toplumsal hassasiyetlerin gözetilmesi nerede duruyor? İnanç özgürlüğü alanında ortaya çıkan sorunların çözümü nerede duruyor? ?Laiklik söz konusu olduğunda inanç özgürlüğü kısıtlanabilir.? Bu bir Anayasa Mahkemesi yorumu... Laiklik nerede, nasıl söz konusu olmalı ki, inanç özgürlüğünü kısıtlamak bir gereklilik halini alsın? Bu alanda sancı var, diyorum. Bu sancı, ülkenin enerjisini yok ediyor. Toplum ? Devlet ilişkilerinde negatif sonuçlar üretiyor, diyorum. Varsın üretsin, mi demeliyiz.Bu alanda bir çözüm arayışı olmamalı mı?Ülkeyi sadece asker yönetmiyor.Siyasetçi de ülkeyi yönetiyor, hizmet veriyor ve bunun hesabını veriyor. Herkes bu ülkenin iyi yönetilmesini istiyor ve bunun yolunu arıyor. Yasalar, yönetim dillerinden sadece biri. Öte yanda birebir ilişki var. Siyasetçi ?İnanç özgürlüğü istiyorum? diye seslenen vatandaşına ne diyecek? Eminim, askeri üniforma içinden çıkıp siyaset yapmak üzere halkın arasına karışsalar, şu andaki asker kişiler de, ?Yahu, bu memlekette din ? toplum ? devlet ilişkilerinde daha sağlıklı çözüm arayışlarına ihtiyaç var? diyecek. Ya da, ?İnanç özgürlüğü? diye seslenenlere yumruğunu gösterecek ve tabii, sandıkta sıfır çekecek. Org. Büyükanıt'ın niyetinin bu olmamasını dilerim. Böyle bir yaklaşımın kurmayca olmadığını da düşünürüm. Sonuçta her tür yöneticinin işi üzümü yemektir, bağcıyı dövmek değil. bu ülkede herkesin üzüm yiyebileceği bir ortamın arayışı... Bu, bir noktada laikliğin sağlıklı bir yoruma kavuşmasını gerektiriyorsa, neden buna karşı çıkmalı? Diyelim son zamanlarda Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın, oğlu Uygar Aktan'ın peşinden seslendirmeye başladığı ?Matüridilik ? Laiklik? paralellikleri üzerine yorumlar bile, sistem içi bir arayışı ortaya koyuyor. Yani hem bir sancının varlığını kabul, hem bir çözüm arayışı zarureti... Bu ikisini görmeden tavır almak, ?Sancıyı yaşa, yut, ne halin varsa gör? demekten farksız. O yüzden, sayın komutanın, laikliğe yorumlar aranmasını, TSK'yı öfkelendiren gelişmeler içinde zikretmesini doğru bulmak mümkün değil. Bunun peşinden ikinci konu:?Asker zamanı geldiğinde görevini yapmak zorundadır.?Bu ifade, diyelim, Hürriyet gazetesi tarafından 7 sütuna büyük başlıklarla verilmiş.Nasıl algılandığını anlatmaya gerek yok. Acaba Sn. Komutan da tam bu algının oluşmasını mı istedi? Böyle algılanacağını düşünmemiş olmasını yadırgarım. Böyle algılanacağını düşünerek böyle konuştuğunu farzettiğimizde ise, ortaya, örtülü bir tehdit çıktığı açık. Asker ? Zaman ? Görev. Askerin re'sen durum değerlendirmesi yaptığı, re'sen durumdan vazife çıkardığı ve re'sen vazifeyi ifaya başladığı zaman, Türkiye'nin en sancılı zamanı, yani demokrasinin kesintiye uğradığı, millet iradesinin dışlandığı ve sonunda da ülke adına kayıptan başka hiçbir şeyin elde edilemediği zamandır. Asker zamanı geldiğinde görevini yapmak zorunda...Sorun buna kimin karar vereceği sorunudur.Asker kime karşı sorumludur, sorunudur.Asker başına buyruk mudur, sorunudur.Asker kendi başına savaşa karar verebiliyor mu ki, içerde herhang ibir operasyona karar versin sorunudur. Savaşa karar vermekle, içerde askeri müdahaleye karar vermek arasında, birinde karşımızda bizimle savaşacak düşmanın bulunması, ötekinde de her şeye boylun eğecek bir toplumun olması mıdır? Bence asker adına söylenen ?Zamanı geldiğinde görev yapılacaktır? sözleri biraz fazla kolay söylenmektedir. Askerin böyle bir göreve soyunmasını heyecanla bekleyenler olabilir, ama çok geniş anlamda sandığa yansıyan toplum iradesinin bu tarz re'sen görev çıkarmaları sağlıklı bulmadığı yaşanan birkaç on yıl içinde açıkça ortaya çıkmıştır. Sayın Genelkurmay Başkanı bu konuşmanın medyaya sızmaması noktasında başlangıçta bir hassasiyet göstermiştir. Ama şimdi medyaya sızmaya başladığında bu tavrın da konuşmanın gizemini artırmak için kullanıldığı kuşkusunu doğuruyor. Bunu Sn. Büyükanıt'a yakıştırmak istemem, ama görüntü ne yazık ki böyle...