Devletler neden nükleer silahlar edinmek ister? Bu soruya verilecek cevabın özü küçük bir cümleden müteşekkildir: Daha az korkmak ve korkutmak için...
Daha az korkmak demek, herşeyden önce kendi güvenliğini hârici güçlere karşı âzamî düzeyde garantiye almak isteğiyle alakalıdır. Bunun bir adım ötesi de nükleer gücün devlet erkinin siyasi projelerinin arkasına yaptırım gücü yüksek bir araç olarak konulma arzusu ve stratejisidir. Reel politikte siyasi hedeflerinizin arkasında sadece diplomasi yeteneğinin olması yetmez, hasımların iradesini etkileyecek hakiki güç de gerekir. Ve bunun zirvesi günümüz dünyasında, tabiî ki belli bir süre için, nükleer silahlardır.
Korkutmak demek ise, kem bakışlara gözdağı vermektir. Yani literatürde “caydırıcı güç” diye ifade edilen pazu gücü. Size karşı saldırgan niyetleri ancak güçle bertaraf edebilirsiniz.
İronidir ama uzun ömürlü barış sağlamak için bile caydırıcı güce gereksinim vardır. Güçlü devletler güçsüz devletlerle barış yapmaz, isteklerini dikte eder, o kadar. Bunun adının barış konması da bu gerçeği değiştirmez.
Devletler arasındaki silahlanma yarışı tarih boyunca bu basit mantık çerçevesinde süre gelmiştir. Ve bu yüzdendir ki, bir ülkenin en teknik donanımlı gücü ordusudur. En büyük harcamalarını yaptığı kurumların başında yine askeriye gelir..
Fakir devletlerin dahi kendi klasındaki en modern kurumunun ordusu olmasının mantığı da budur. Zengin devletlerin de modernliği temsil eden önde kurumu yine ordudur. Zaten birçok yeni icatın askerî amaçlarla geliştirilip, sonrasında sivil halkın da istifadesine sunulması bir tesadüf değildir.
Bir millet ve bir devlet için “silahlı güç” hayatî önemdedir. Çünkü bağımsız ve onurlu yaşamanın henüz başka yolu keşfedilemedi de ondan. Bir devletin silahlanması diğer devletlerin silahlanmasını tetikler, bu da bir başka doğrudur. En evlâ olanı gezegenimizi ve insanlığın yaşamını tehdit edecek silahların geliştirilmemesiydi. Ama, maalesef, cin şişeden çıktıktan sonra onu bir daha yerine sokmaya insan iradesi beşer zaafiyetinin karşısında yetersiz kalmaktadır.
Bu meyanda Pakistan’ın nükleer silah edinmesi pek de mânidardır. 1970’lerde, Hindistan nükleer çalışmalarını başlattığında Pakistan’ın başka şansı kalmamıştı.
Dönemin Pakistan Başbakanı Zülfükâr Ali Butto’nun, bir tarafta halkın fakruzaruret hâli diğer tarafta da düşman Hindistan’ın nükleer çalışmalarına başlaması karşısında söylediği o meşhur söz tam da bu gerçeği anlatır. Şöyle demişti Butto: “Gerekirse millet olarak ot yiyeceğiz ama o güce biz de sahip olacağız.”
Ve hakikaten öyle oldu. 1947’de kurulmuş, ondan önce tarih sahnesinde devlet tecrübesine hâiz olmayan Pakistan, hem ordusunu hem de iktisadını sıfırdan kurmuş çok genç ve çok fakir olmasına rağmen, “düşmanın silahıyla silahlanma zarureti” karşısında, büyük bedellerle kendisini nükleer ülkeler sınıfına soktu.
Nükleer silahlanmanın önüne geçmenin tek yolu o mereti icat etmemekten geçerdi. Bu şansı yitirdik. Hele hele günümüz dünyasında nükleer silahların bu silahlara sahip olmayan milletlerin üzerinde demoklesin kılıcı gibi asılı durması diğer milletleri de Pakistan tecrübesine zorlamaktadır. Kuzey Kore örneği de aynı tecrübenin bir tekrarı değil midir zaten?
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâla şöyle buyurur: “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve (savaş için) bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutup caydırırsınız.” (Enfal: 60)
Bu âyet de düşmana karşı kuvvet hazırlanmasını emreder. Peki, “kuvvet” nedir? Âyetteki kuvvet kavramının kapsamlı ve tefsirinin içtihatlara metruk bırakılması ilâhî iradeyledir. Maksat; düşmana karşı üstünlük vesilesi olacak, düşmanı frenleyecek ve güvenliği temin edecek araçlar bütünlüğüdür.
Bu yüzdendir ki, tefsirciler arasında kuvvet kelimesini anlamlandırmada, kuvvete örnek vermede dönemden döneme özde olmasa da detaylarda farklılık görmekteyiz. Modernite öncesi ve modernite sonrası kaleme alınmış tefsirler bunun en bariz örneklerini sunar bize.
Bu meselede bir diğer câlib-i dikkat husus da hemen hemen ihtilafa düşmedik mesele bırakmayan ulema; geleneksel ve selefi çizgiden reformculara kadar, “kuvvet” mefhumunu son derecek esnek ele almakta, kavramı, silah sektöründe en sofistike gelişmelerin ışığında yorumlamaktadır.